Bugünkü yazımda gelin beraber kısaca sanat akımlarına değinelim. Bir sonraki yazımda ise benim en sevdiğim akım olan Sürreal akıma uzunca yer verip, bu akımın bende yol açtığı yaratıcılık konusu üzerinde sohbet ederiz:)
Aslında sanat akımlarını daha iyi anlayabilmek için insanoğlunun tarihsel sürecine de yakından bakmak gerekiyor. Çünkü sanat, zamanın insanlarının duygu, düşünce, yaşayış biçimleri, yönetim şekilleri, bilimdeki ilerlemelerine göre değişiklik göstermiş ve dile gelmiştir.
Akımları yakından incelediğimizde, her akımın kendinden önceki döneme tepki olarak doğduğunu görebiliriz. Mesela Rönesans dönemine baktığımızda denge ve ölçülendirmenin ne kadar önemli olduğunu görebiliyoruz. Her şey matematik kurallarına sadık kalınarak anlatılmış. En sevdiğim ressamlardan biri olan Raffaello Sanzio’nun Atina Mektebi isimli eseri bu dönemin en güzel örneklerinden biridir.
Kompozisyonda simetri ve ölçülendirmenin asıl koz olarak kullanıldığını görebiliyoruz. Onun dışında verilen asimetrik olgular ise resmin daha dinamik ve dikkat çekici olmasını sağlamış.
Rönesans döneminden sonra gelen Barok akımı ise kuralcılığa tepki olarak gelmiş. Barok döneminde denge, kuralcılık , simetri gibi unsurlar, yerini derinlik ve hareketliliğe bırakmış. Bu da gölge ve ışık oyunlarıyla sağlanmış ve bu şekilde eserlerin daha duygulara hitap etmesi söz konusu olmuş. Bunu en güzel Peter Paul Runes’in Kızların Kaçırılması eserinde görebiliriz.
Bu eserde duygular çok net bir şekilde esere yansıtılmış. Onun dışında geniş bir alana yayılan hareket, insan bedeninin cinsel çekiciliği ,yanan renkler, özgür, akıcı fırça darbeleri akımın kuralcılıktan ne kadar uzak durduğunu göstermiş. Hatta öylesine duygusal derinlik var ki, kızların kaçırılırken, kendilerini korumaya çalışıp, tanrıya yalvarmış olsalar da, kaçıranların çekiciliğinden etkilendikleri gözlerine yansımış gibi.
Barok sanatının aşırıya kaçması sonrasında bazı sanatçılar geçmişe özlem duyunca bu defa bir adım daha geriye giderek neo-klasizm dönemi başlatmışlar. Aslında sanat tarihine baktığımızda her gördüğümüz, sanatın bir ileri iki geri şeklinde ilerleyişidir. Bu dönemde de zıtlık hakim olmuş. Işık olmasına rağmen eserlerde karanlık ağır basmış. Akılcılık ön planda tutulmuş.
Jacques-Louis David Marat’ın Ölümü adlı eserindeki gibi…
(Marat’ın ölümünün hikayesi ise tarihte ilgi çekici diğer konulardan biri olup araştırıp okumanızı öneririm:)
Neo klasizm döneminden sonra ise en sevdiğim akımlardan biri olan, tutkuların ve hareketin öncü olduğu Romantizm akımı geliyor. Bu dönemde renkler,duygu ve düşlerle sanat ortaya çıkar.
Bu dönemin baş sanatçılarından biri olan Goya’nın 3 Mayıs isimli eseri ise İspanya’nın çektiği acının sembolü haline gelmiş. Madrid’de gerçekleşen bu olayda Napolyon askerleri tarafından kurşuna dizilmeyi bekleyen insanların tüm duyguları adeta resme yansıtılmış.
Ardından bilimde yaşanan ilerlemeler ile birlikte duyguların yerini gerçekçiliğe veren bir dönem, realizm dönemi başlamış. İşçiler, tarlada çalışan insanlar, şehirler resmedilmeye başlanmış.
Realizm akımı sonrasında ise, asıl renklerin keşfedildiği, doğadaki ışığın daha çok kullanıldığı, anlık konuların resmedildiği bir dönem olan Empresyonizm(izlenimcilik) akımı başlamış ki, bu sanata bambaşka bir yön kazandırmış. Bu akımda güneş ve renkleri ana tema olarak kullanılmış.
Bu dönemin öncülerinden biri ise Van Gogh’tur.
Van Gogh, bu eserini psikolojisinin iyi olmadığı bir dönemde, bir akıl hastahanesinde yatarken çizmiş. Sıkça gelen nöbetler yüzünden akıl sağlığını iyiden iyiye yitiren Van Gogh’un bu eseri için odasının camından güneşin doğuşunu izlediği ve gördüğü manzaraya kendi hayal gücünü de katarak bu eseri oluşturduğu düşünülüyor
Empresyonizme tepki olarak doğan Fovizm akımında ise renklerin duyguları anlatmada ana etken olduğunu görüyoruz.
Doğayı resmederken gelenekselden uzak durmayı tercih etmişler ve renkleri tüm coşkusuyla kullanmışlar.
Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisini kendinden gösteren akım ise Dadaizm akımıdır. Akım savaş karşıtı bir eylem sürdürmüştür.
Çok ilginçtir ki, savunanlara göre Dada bir sanat değildir. Estetiği umursamıyor, aksine göze hoş gelmeyeni amaçlıyordu.
Sırada ise ekspresyonizm akımı var. Bu akım da empresyonizme tepki olarak doğmuş.
Bu dönemin sanatçıları, kendi estetik anlayışlarına göre eserlerini ortaya çıkarmışlardır. Deformasyon oldukça sık kullanılan bir teknik olmuştur.
Her şeyin çok hızlı değiştiği dönem, 20. yüzyılın başında ise Fütürizm akımı baş göstermiş. Akım hareket odaklıdır.
Sanata dinamiklik katılmak istenmiş. Umberto, akımın öncülerindendir.
Bu akımın ardından gelen Metafizik akımında ise mitolojik dünyaya duyulan özlemler resmedilmiştir.
Kubizm akımı, öncülerinden olan Pablo Picasso sayesinde en çok karşımıza çıkan akımlardan biridir.
Aynı zamanda Sürrealizm akımına da esin vermiş önemli akımlardan biridir.
Kubistler nesneleri geometrik şekil olarak görmüşler ve sanata çok farklı malzemeleri de ilave etmişlerdir.
Sigara paketleri, gazete parçaları gibi…Picasso’nun Ağlayan Kadın isimli eseri, en sevdiğim eserlerindendir.
İspanya iç savaşı sırasında resmettiği bu eserde duyguların geçişi oldukça başarılıdır.
Bu akımın ardından çıkan soyut akım ise bu defa da Kubizm akımına tepkidir.
Soyut resim sanatçının iç dünyasının fotoğrafıdır diyebiliriz.
Gelelim, benim en sevdiğim akım olan Sürrealizm akımına:)
Bu akımı uzun uzun anlatmak istediğim için bir sonraki yazıma bırakıyorum.
Sürrealizm ve bu akımın sağladığı yaratıcı unsurları, kendimizi keşfetmeyi sağlayacak en önemli etkenleri ele alacağım.Bir sonraki yazımda görüşmek üzere:)
Hocam tebrikler, başarılarınızın devamını dilerim.
Tebrik ederim. Kaleminize sağlık.
Feryal Hanım
Öncelikle kaleminize sağlık bu yazınızla ben ve benim gibi sanatın tarihi gelişimi konusunda bilgi sahibi olmayan okurlarınizi bilgilendirdiginiz için teşekkür ederim.
Yazınızı okurken tüm akımları gözümde canlandirdiniz. Sonraki konuyu merakla bekliyorum. Iyi çalışmalar
Kaleminize sağlık ?
Harika bir yazı. Akışta insan kendisini 3 boyutlu hayallerin içinde buluyor. Harika