“Çok büyük bir problemdir karşımızdaki: Yazılı tarihi de aşıp, hayvanlar âlemine dek uzanan bir ezilme… Kadın özgürleştirilmemiştir, ‘ev hizmetine’ terfi ettirilmiştir, değişik bir biçimde kullanılmak üzere yükseltilmiştir… Sevgi ve onay bulmak şöyle dursun, mülkiyete ve denetim altına girmiştir. İşte bu noktada kadın, ‘utangaç gelin’den çıkıp ‘cadaloz’a dönüşür.” böyle diyor Kanadalı feminist yazar, aktivist Shulamith Firestone ve ekliyor: “Bütün erkekler, bütün kadınların aşağı olduklarına inansalar da her erkek kafasında, kendisiyle ilişkisi yüzünden öteki kadınlardan üstün olacak bir kadına özel bir yer ayırmıştır. O ana dek kadın çaresizlik içinde erkeğin onayını almak için ona yalvarmış, onun o temiz, ışıklı yerine girmeye çalışmıştır. Oysa kadın, oraya girdikten sonra, öteki kadınlardan ayrı tutulmasının, gerçek değerleri yüzünden değil, erkeğin kafasındaki hazır ölçülere tıpı tıpına uyması yüzünden olduğunu anlar. Belki de erkek, onun kim olduğunu bile bilmemektedir (o ana dek kadının kendisinin kim olduğunu anlamış olsa bile). Erkeğin kadını o yere kabul etmesi, kadının gerçekten sevmesinden değil, yalnızca erkeğin daha önceden edindiği düşlere çok iyi uymasındandır.”
Girizgâhtan da anlaşılacağı üzere mevzumuzun öznesi “kadın”… Nobel ödüllü İtalyan oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve oyuncu Dario Fo ile eşi, yoldaşı (2006’da İtalya Parlamentosu’na seçilen, iki yıl sonra meclisin duyguları donduran bir kutuya benzediğini söyleyerek istifa eden, İtalyalı tiyatrocu, oyun yazarı ve aktivist; feminist ve siyasi tiyatro oyunlarıyla tanınan) Franca Rame’nin yazdığı (Açılım Yayınları’ndan çıkan, Dost Ses, Uyanış ve Yalnız Kadın olmak üzere üç kısa oyundan oluşan) “Kadın Oyunları”nın kendi janrında anlatımıyla dikkat çeken “Yalnız Kadın” bu kez Şenay Gürler’in performansı ve Tuğrul Tülek’in yönetiminde “Karşınızda Yalnız Kadın” adıyla sahnede endam ediyor. (Meraklısına not: Daha önce pek çok tiyatro tarafından sahnelenen oyunu hafızamda yer edindirense; performansıyla Afife Jale Ödülü’nü kazanan Sumru Yavrucuk.)
T1 ve Pmr Yapım’ın ortaklığında tiyatro seyircisiyle buluşan, çevirisini Füsun Demirel, dekor tasarımını Cihan Aşar, ışık tasarımını Kemal Yiğitcan’ın üstlendiği “Karşınızda Yalnız Kadın”da Maria karakterine hayat veren (oyunculuğunu sevdiğim ve hatta hayatı algılayış hem halinin hastası olduğum) Şenay Gürler ile bir röportaj gerçekleştirdik.
“Oyun hayatımın bir parçası haline dönüştü”
Madem meramımızın özneleri hepimizin tebessüm ederek selama durduğu, “tiyatronun büyücüsü” diye tariflenen Dario Fo ve Franca Rame, o vakit ilk sorumu da Fo üstadın 2013’te Dünya Tiyatrolar Günü Bildirisi’ni yazan hemhalinden sarkıtmak isterim. “Görülüyor ki günümüzün krizini aşmak için de tek umut bizlere karşı büyük bir dışlama kampanyasının düzenlenmesidir. O seferberlik tiyatro sanatını öğrenmek isteyen genç insanlara yönelik olmalıdır özellikle. Sonuçta kovulan tiyatro icracılarından doğacak çağdaş commedianti diasporasının böyle bir baskıdan akla hayale gelmedik yararlar sağlayarak yepyeni temsiller yaratacakları kuşkusuzdur.” Üstadın umutlu kelamının şu cümlesi de manidardır: “Kendi zamanı için konuşmayan bir tiyatronun, edebiyatın, sanatsal ifadenin hiçbir önemi yoktur.” Sorum: 2023 biterken, siz de bazı oyunları yasaklanmış Dario Fo gibi bir yazarın metnini sahneye taşımışken, dünyada ve Türkiye’de nasıl bir tiyatro ve sanat ortamı / paylaşımı görüyorsunuz? 2024’ten beklentiniz, umudunuz nedir?
Evet, 2023 biterken dünyada sanat anlamında çok büyük gelişmeler yaşanıyor ve tabii Türkiye’de de. Özellikle tiyatrodan söz edersek, yurt dışında birçok oyun yepyeni yorumlarla sahneleniyor ve bu sahnelemelerde her zaman sınırları, alışılmışı zorlayan bir yan var, sanatta da olması gereken bu. Mesela bir arkadaşım çok yakın bir zamanda Yunanistan’da, bir Shakespeare oyunu olan “Kral Lear”ı seyretmiş. Günümüz teknolojisinden yararlanan görselliğin, dansın, müziğin ve oyunculuğun iç içe geçtiği taptaze bir yorum. Bu çok etkileyici… Sanat, sınırları zorlar, alışılagelmişi yıkar, yeniden yapılandırır. Bunun için de öncelikle kafamızın içindeki sınırların, sonra da toplumun ve egemen yapının getirdiği sınırların ötesine geçmeliyiz. Türkiye’de ise pandemiden sonra tiyatro alanında bir patlama oldu. Özellikle bu yıl yepyeni oyunlar, yepyeni oyuncular, yepyeni tiyatrolarla tanışıyoruz. Ama bu tiyatroların birçoğu ayakta kalabilmek için büyük bir çaba sarf ediyor. Hâlâ tiyatrolardan eğlence vergisi alınıyor. Salon kiraları almış başını gidiyor, çünkü masraflar her geçen gün artıyor. Bu açıdan baktığımda, hayat zaten çok zor giderken, tiyatronun bundan etkilenmemesi olanaksız! Tabii yasaklanan, sansüre uğrayan oyunları da unutmayalım. Ama senin belirttiğin gibi Dario Fo ve Franca Rame’nin 2013 Dünya Tiyatro Bildirisi’nden şu alıntıyı yapacağım: “Görülüyor ki günümüz krizini aşmak için de tek umut bizlere karşı büyük bir dışlama kampanyasının düzenlenmesidir. O seferberlik tiyatro sanatını öğrenmek isteyen genç insanlara yönelik olmalıdır özellikle.” Bu sözler çok şey anlatıyor. Değişime, dönüşüme inanmak, umudumuza sımsıkı tutunmak, içimizi her zaman taze, alışılagelmişe itiraz edecek güçte tutmak… Kendime bu sözleri çok sık tekrarlıyorum.
Oyuna geçmeden evvel, sizin Dairo Fo ve Franca Rame ile mesainiz nedir; hayatınızda ve sanatınızdaki yerini tarifler misiniz?
Benim profesyonel ilk oyunum Dario Fo’nun yazdığı “Ödenmeyecek Ödemiyoruz”. O zaman oyundan çok etkilenmiştim. Çok zekice ve incelikli yazılmış, oyuncuya büyük alan tanıyan, var olan sistemi komediyle sorgulayan bir oyundu. Sonra Füsun Demirel’in çevirdiği “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü”, “Açık Aile” ve Franca Rame ile yazdığı kadın hikâyeleri ile tanıştım. Hayranlığım daha da arttı. Aktör, yazar, yönetmen, aktivist Dario Fo ve tabi cesur, farklı, muhalif, feminist, aktris Franca Rame; ikisinin şahane bütünlüğü, öğrenecek çok şey var onlardan.
“Her dakika, benim ki dahil hepsi birbirinin aynı kadın öyküleri dinlemekten burama kadar geldi artık. Bir keresinde de farklı olsun ya! Neden hep erkeklerimiz elimizden alındığında yakınırız…” diyor Franca Rame, Dario Fo ile birlikte kaleme aldığı “Kadınlardan Konuşalım” adlı kitabında. Tam da bu sözüne istinaden gelelim Fo ve Rame gediklisi / ustası Füsun Demirel’in çevirisinden çıkan ve sizin yorumunuzdaki “Karşınızda Yalnız Kadın”a… Öncelikle bu metinle yolunuz nasıl kesişti?
Bu metini çok önceden biliyordum. Hatta İpek Bilgin ile konuşmuştuk yıllar önce. Kadın oyunlarını yapalım, diye ama o zaman bunu ertelemiştik. Hatta yanlış hatırlamıyorsam İpek, bunu Craft Tiyatro’da yaptı. Ben izleyemedim. Bu yıl, Tuğrul Tülek beni aradı ve T1 Yapım’dan “Yalnız Kadın“ oyunu yapması için bir teklif geldiğini ve benim oynamamı istediğini söyledi. Ben, üç ayrı oyunda oynadığım ve bir diziye başlama durumum olduğu için yapamayacağımı söylemeye gittim. Ayrıca oyun acaba biraz eskimiş miydi gibi soru işaretleri de vardı kafamda. Oysaki kadınların hikâyeleri yıllar geçse de değişmiyor. Ancak Tuğrul, bana oyunu nasıl sahnelemeyi düşündüğünü ve günümüze göre uyarlamalar yapacağı anlattı. O toplantıdan büyük bir heyecanla ve hayaller kurarak çıktım. İyi ki öyle olmuş. Sonra “Kadın” ile haşır neşir olmaya başladım, tabii bu arada içimdeki korkuyu da yenmeye çalışıyordum. Bu kadar yoğunluğun arasında nasıl olacaktı? Hakkını verebilecek miydim? Ama bu süreçte, Tuğrul çok güzel açmazlar verdi bana, oyun üzerine çok çok konuştuk. Metinde yenilemeler yaptı ve tabii oyunun en güzel yanlarından biri doğaçlamaya açık olmasıydı. Bu benim kendimi keşfettiğim, çok heyecan verici bir yolculuk haline dönüştü. Sonra da oyun hayatımın bir parçası haline dönüştü.
“Adım atma cesareti olanlar hikâye yazabiliyorlar”
Hikâyenin / karakterin sahnede hayat bulma reçetesinde öncelikleriniz nelerdi? Daha öncesinde de pek çok kez sahneye taşınan bu hikâyenin sahnelenme aşamasında hangi tür enstrümanları masaya yatırdınız; mesela, metin / oyun boyunca zorlandığınız, kolayladığınız nelerdi? Ve size tiyatral manada etkisi neydi/nasıldı?
“Yalnız Kadın” tek kadının değil, birçok kadının hikâyesi. Tacize uğrayan bir kadın, röntgenlenen bir kadın, yok sayılan bir kadın, dövülen bir kadın, çocuk sahibi bir kadın, toplum baskısını her şeyiyle yaşayan bir kadın, kendi içine konuşan bir kadın, hapsedilen bir kadın… Yani erkin üzerinde tepindiği bir kadın… Ama aynı zamanda bütün yaşadıklarına karşın gülen, yaşadıklarını hicivle iç içe anlatan ve oyun boyunca değişip dönüşen bir kadın. Biz oyun boyunca yer yer gülüyoruz belki ama aynı zamanda içimizde derin bir sızı hissediyoruz. Oyuna hazırlanırken bütün bu duyguları içselleştirmeye çalıştım: Başına gelenleri anlatırken gülen ama içinde derin bir acı yaşayan kadın. Oyun tek kişilik bir oyun ve tabii ki bunun getirdiği bir zorluk var ama bu aynı zamanda büyük bir haz da veriyor. Yer yer interaktif bir oyun olduğu için seyircinin tepkilerine cevap verecek bir yetkinlikte olmak gerekiyor. Bu hem zor hem de gerçekten çok keyif verici bir şey.
Verilere göre erkekler, Kasım’da; en az 35 kadını ve sekiz çocuğu öldürdü, en az 60 kadına şiddet uyguladı, sekiz kız ve oğlan çocuğunu istismar etti, en az üç kadını taciz etti. Dünya ve Türkiye’nin ahvalinde çocukların, kadınların, hayvanların ve doğanın geldiği noktada -artık- sınır varsa ki sanmam çoktan aşıldı; bu oyun da aslında Rame ve Fo’nun siyasi hiciv ustalığını şakıdığı muazzam metinlerden sadece biri… Hatta öyle iyi kaleme alınmasının altında ikilinin yaşadığı hayat tecrübesinin yankısı var… Oyun boyunca içimi sinirden köpürten ise Franca Rame’nin 1973’te, güvenlik güçleriyle bağlantılı olduğu iddia edilen faşist bir grup tarafından kaçırılarak işkence ve tecavüze uğradığını hatırlamak oldu!.. Bu bağlamda da ayna görevini çok iyi üstlenen bir oyun, tabii anlayana! Siz bu mevzuların neresindesiniz, ne söylemek istersiniz? Aslında bu oyunu sahnelemekle düşünce ve renginizi ortaya sermiş de oluyorsunuz ama söz her zaman dokunur ya, o minvalde belki birilerine dokunur niyetine?
Franca Rame’nin gücü de burada galiba. Bütün o yaşadıklarının ona öğrettiği o kadar çok şey var ki, bunu sanatına yansıtmayı başarmış biri. Oyun gerçekten ayna görevi görüyor ama senin de dediğin gibi anlayabilene! Ben neresindeyim bu hikâyenin? Tam da içindeyim, göbeğindeyim! Bu dünyada bu toplumda yaşıyorum. Okuyorum, görüyorum, birebir yaşıyorum. Zaman zaman umutsuzluğa kapılır gibi olsam da, beni buradan çıkartacak kadar umudum hâlâ var, çünkü değişime – dönüşüme inanıyorum, yaşama sanatını öğrenmenin yollarını öğrenmeye çalışıyorum. Aslında yerinde durup, kabullenmeyen, verili alanın dışına adım atma cesareti olanlar hikâye yazabiliyorlar ve hayatı anlamlandırabiliyorlar. Benim için tabii en büyük avantajlarımdan biri de yapmaya çalıştığım sanat. Günlük hayatta bu kadar etkili anlatamayacağım şeyleri sahnede anlatmaya çalışmak.
Tiyatroda turneler maddi açıdan zor biliyorum ama böylesi oyunların İstanbul dışında da kitlelere ulaşmasının doğru, hatta nokta atışını olduğunu düşünüyorum; bu oyunla daha fazla insana ulaşmak için turneler konusunda bir programınız var mı? Eğer olmazsa da video çekimli gösteriler olabilir, pandemi zamanında bunu yapan çok güzel tiyatrolar vardı; hatta dünyanın ve Türkiye’nin bir ucundan hiç tiyatroya gitmemiş pek çok kişinin seyredip mail attığına şahidim!
Evet, turneler maddi açıdan zor ama bu oyunun birçok yere ve birçok kadına ulaşması için planlarımız var. Birçok turnemiz olacak. Hatta ilk turnelerimizi Ocak ayında yapacağız; Ankara ve İzmir. Ama ben diğer şehirlere de gitmeyi çok istiyorum. Bunun üzerine şu anda planlar yapıyoruz. Hatta bu oyunla bahar döneminde yurtdışına da gideceğiz.
“Ben hep içimden konuşurum”
Oyun sonrası us’umda dolanan: “Seninle konuşmuyorum ki… İçimdeki yalnızlığımla konuşuyorum. Dinlemek istemiyorsan, çek git! Onları besledim, kul köle oldum, saçımı süpürge ettim; onlar ise yaşayan birer ölü oldular!” diyen Dario Fo ve Franca Rame ikilisinin “Kadınlardan Konuşalım” kitabındaki bu cümleleriydi. Oyunun provalar sürecinde ve seyirciyle buluştuğu ilk anda; sizin his dünyanızda neler oldu? Mesela, bu oyun yaratımı aşamasında ve sonrasında sahnelerken fonunuzda neler vardı? İnteraktif bir oyun, seyirci ile temasında epey heyecanlı ve keşifli bir süreçtir diye düşünüyorum. Seyirci tepkilerinden aklınızda kalan, şaşırdığınız, güzel gelen bir anı / durum var mı?
Tabii ki provalar süresince oyuna ilişkin çok şey canlanmıştı gözümde ama seyirci ile buluştuğunda ne olacağını çok merak ederek bekliyordum ve biraz da korkarak. Seyircinin tepkisini gördükçe çok mutlu oldum açıkçası. Özellikle bir oyunda, orta yaşlı kadın seyircilerden gelen tepkiler hem komikti hem de çok etkileyiciydi. “Yalnız Kadın”ın söylediklerine sonuna kadar katıldılar, hatta üzerine çıktılar, çünkü söylemek istedikleri şeyler vardı, çünkü kadın olarak çok şey yaşamışlar ya da tanıklık etmişlerdi. Oyunda en etkileyen repliklerden biri de, “Ben hep içimden konuşurum, içimden şarkı söylemek gelirse söylerim ama içimden.” Hep içimize içimize konuşuyoruz çünkü. Çevremdeki kadınları düşündüm, gerçekten de genellikle içlerine içlerine konuşuyorlar, söylemek istediklerini bir türlü haykıramıyorlar. Cihan Acar’ın yaptığı dekorda, koydurduğu bazı parçalar vardı, bunlardan biri de küçük bir çanta ve ben o çantayı görünce, eve kapatılan bir kadının bu çantayı alıp, evin içinde yürümesinin ne kadar etkileyici olduğunu düşündüm. Oyun aşamasında çantayı kullandım ve seyirciden bununla ilgili neler hissettiklerine ilişkin birçok dönüş aldım.
Sürprizi kaçmasın tabii ama oyunda sizi en çok etkileyen bölüm ya da sahne hangisiydi? Ve bu sizde nasıl bir his dünyası yaratıyor?
Beni etkileyen birkaç yer var, aslında bütün olarak çok etkiliyor da, spesifik olarak söylersem banyoya girip, bileklerini kestiği ve kurtarıldıktan sonraki, “Sağ olsun beni affetti, büyük lütufta bulundu sonra da beni eve kilitledi.” repliği çok içime dokunuyor. Bir de son kâbus sahnesi bana çok etkileyici geliyor.
Bir de neden parantez içinde “(Karşınızda) Yalnız Kadın”; burada manidar bir gönderme ve mesaj mı var; yoksa memleketim şükelalığında yine aklım “fesatlanmış” mıdır!?
“Yalnız Kadın” çok bilinen bir oyun, defalarca oynanmış, üzerine konuşulmuş bir oyun. Biz oyunu günümüze biraz daha yaklaştırdığımız ve oyunu yorumlama biçimimiz nedeniyle adında küçük bir ek yapabilir miyiz, diye düşündük. Tuğrul bu konuda çok kafa yordu, birkaç isim daha atıldı ortaya ve sonunda “Karşınızda Yalnız Kadın”ın çok anlamlı olduğuna karar verdik. Bu arada aklın fesatlanabilir (gülüyor) hem karşınızda, yani sahnede “Yalnız Kadın” ve size karşı olan kadın.
Diyelim ki oyunun başkarakteriyle tesadüf bu ya denk düştünüz ve aynı masalarda kelamdasınız. Öncesinden de az-çok hayat hikâyesini biliyorsunuz. Ona bir cümleniz olsa, ne söylemek isterdiniz?
Öncelikle “Sonunda dışarı çıkmayı başardın, bak karşılıklı oturuyoruz” derdim. Sonra eklerdim, “Ben seni tanıyorum, aslında sen de beni tanıyorsun!” Elini tutar, gözlerine bakardım ve “Daha çok yolumuz var” derdim.
“İçimize konuşmak yerine, sesimizi yükseltelim”
Son zamanlarda, sabah uyandığınızda size iyi gelen neler var; kitap, müzik, tiyatro, albüm, sergi veya bir an veyahut bir fotoğraf karesi gibi?
Gerçekten çok yoğun çalışma temposundayım. İstediğim kadar kitap okuyup, sosyal hayatın içerisine karışamıyorum. Son okuduğum kitaplar Mehmet Bilal Dede’nin yazdığı (İthaki Yayınları) “Unutmadan” ve Murathan Mungan’ın son kitabı (Metis Yayınları) “995 km”. Dinlediğim müzikler değişiyor ama galiba en çok Melody Gardot, Nick Cave, Led Zeppelin, Deep Purple, Portishead, Chris Rea, Birsen Tezer, Gazapizm, Cem Adrian ve Şebnem Ferah dinliyorum.
Oyuna dair söylemek istediğiniz, “Bu da var paylaşalım, çoğalsın…” dediğiniz neler var?
Oyuna ilişkin, “Gelin oyunumuzu izleyin, birlikte değişelim dönüşelim” demek istiyorum. İçimize konuşmak yerine, sesimizi yükseltelim, hayatımızın sadece bize ait olduğunu, bir kez hayata geldiğimizi (reenkarnasyon varsa bilemem ama yine de şu anı yaşıyoruz) kimsenin hayatımız hakkında konuşmaya, ona yön vermeye, üzerimizde baskı kurmaya hakkı olmadığını haykıralım!
2024 yılı projelerinizden, kafanızda, hayalinizde veyahut masanızda olan işlerinizden bahseder misiniz?
Hayatın neler getireceğini tam olarak kestiremiyor insan ama hayal kurmadan yaşanmaz. Ben de sahnede olmak, içimdekileri anlatabileceğim, kendimi daha da geliştirebileceğim oyunlarda, projelerde olmaya devam etmek istiyorum.