“Kasırganın savurduğu gibi notalar değil anlamlı vurguları olan müzikal cümleler kurmak… Hedefim daha iyi çalmak. Bir başkasından daha iyi değil, sadece dünden daha iyi çalmak ve öğrenmeye devam etmek…” diyor ‘dünyanın en iyi caz piyanistleri’ arasında gösterilen, 80 yıllık yaşamının 66 yılı “caz”la geçen Kenny Barron. Henüz 14 yaşındayken caz dünyasına adım atan ve bu yolculukta Dizzy Gillespie, Milt Jackson, James Moody gibi ustalarla çalışan, cazda emprovizasyonu (doğaçlama) koruma odaklı çalışarak melodiye önem veren Barron, 9 kez Grammy Ödülü’ne aday gösterildi.
Bugüne kadar 200’ün üzerinde kayıtta imzası bulunan ve American Jazz Hall of Fame tarafından yaşam boyu başarı ödülüne layık görülen piyanist ve besteci kimliğinin yanı sıra aynı zamanda 30 yıllık bir eğitmen de olan Barron, “Müzik öğrenmedeki temel problemlerden birisi duyguları göremiyor oluşunuzdur. Beyninizle çalarsınız, fakat kalbiniz sizi yönlendirmeli” diyor.
20 Ocak 2023’te, Paris Théâtre de l’Athénée tiyatro salonunda kaydedilen ve Artwork Records etiketiyle piyasaya sürülen “The Source” adlı yeni albümü, üstadın bir öncekinden yaklaşık 40 yıl sonra kaydettiği bir solo çalışma. Bu dokuz parçalık samimi kayıtla ikonik piyanist, dört orijinal besteye ve beş kalıcı standarda (Duke Ellington, Thelonious Monk ve Billy Strayhorn’un klasik melodileri dahil) geri dönüyor.
Albüm turnesi kapsamında yeniden İstanbullularla buluşan usta piyanist, geçen akşam, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda, literatürünü özümsediği enstrümanında yer alan 88 tuşun her bir notasını adeta dinleyenlerin kulaklarına zuhur etti. Piyanist kökleri geleneğe dayanan icrasının tüm yelpazesini zamansız bir sese dönüştüren bir buçuk saatlik konserde Barron’a, davulda (caz kemancısı John Blake Jr.’ın da oğlu olan Johnathan Blake ve kontrbasta Kiyoshi Kitagawa eşlik etti.
Piyano, davul ve kontrbasın üçlü meşki duyulmaya değerdi: Hele de Blake’in tekli döktürdüğü davul performansından etkilenmemek imkânsızdı! Ezcümle, enstrümanda her bir notanın hakkını veren, melodinin seslere dönüştüğü ve sessizlik anlarını dahi efsunladığı, uzun yıllar sonra da hatırlayacağımız samimi ve keyifli konserlerden biriydi. Ve 2006 yılında, Ortaköy’de konuşlanan Jazz Center’da dinlediğimde piyano ile hasbihaline hayran kaldığım Barron’u bu defa yakaladım ve temizinden bir röportaj gerçekleştirdim. Hikâye anlatıcısı
Barron’u yıllar sonra yeniden İstanbul’da dinlemek bana iyi geldi, izninizle size de iyi gelsin niyetine, gelin öncesinde fonumuzu “The Source”un kapanış şarkısı ve bir Barron bestesi olan “Phantoms” ile şereflendirip, öyle usta piyaniste sözü bırakalım.
“Hiçbir pişmanlığım yok”
· Sizin için, “Zamanımızın en iyi şarkı piyanisti” veya “Tuşlara dokunuşu bile büyülü” ya da “ Tüm zamanların en coşkulu piyanisti” gibi pek çok tanımda bulunuyorlar. Ve sayısız ödüller, başarılar… Biyografinizle koca bir müzik tarihi arşivi gibisiniz! Şimdi tam da bugün (14 yaşında başladığınız müzikal yolculuğunuzdan günümüze) bulunduğunuz perspektiften bakınca, nasıl bir hayat bu?
Hiçbir pişmanlığım yok. Hayır, hayır, harika bir hayatım oldu. Dünyayı dolaştım ve harika insanlarla çaldım. Çok şey öğrendim. Bundan daha iyi ne olabilir ki!
· Eğitimci kimliğinizi düşünerek soruyorum, bugünkü müzik icralarını nasıl görüyorsunuz? Sizce caz müziği ne durumda?
Evet, bence çok sağlam… Hiçbir zaman olmasını istediğim gibi olmadı, ama bence her şeye rağmen çok sağlam diyebiliriz. İnsanların farklı şeyleri deneyip kendileri için neyin işe yaradığını ve neyin işe yaramadığını görmeleri önemli. Sonuçta, insanlar deneyip farklı şeyler yapıyorlar, yapmaya çalışıyorlar. Bence bu iyi bir şey…
· “The Source” nazarımda, 68 dakikalık, başından sonuna bir an bile kopmadan kendini dinleten bir çalışma. Bir önceki albümden sonra yaklaşık 40 yıl sonra kaydettiğiniz bu solonun biraz yaratım aşamasından, temasından bahseder misiniz?
Çok ilginçti. Kaydı eski, süslü, güzel bir Paris tiyatrosunda gerçekleştirdik. Sadece ben, yapımcı Jean-Philippe Allard ve bir mühendis vardı. Başka kimse yoktu. Sanırım “The Source” adını ne koyalım, ne koyalım diye düşünürken, kaydın kaynağı çok önemli olduğu için bu ismi seçtik. Çünkü benim öğrendiğim her şey, kayıttaki müziklerin tarzları, swing, stride ve diğer tüm müzik tarzlarından kaynaklanıyor ve bunların hepsi “The Source”un kaydında yer alıyor. İşte bu yüzden kaydın adı “The Source” yani “kaynak” olarak belirlendi.
“Yalnızca 12 nota var, hepsi bu”
· Günümüz tüketim ve kaygı çağında, müzikle ve cazla hemhal olan gençlere öncelikli tavsiyeniz ve öneriniz ne olur?
Benim için önemli olan, sadece caz değil, her türlü müziği dinlemeleri. Çünkü müziğin her türlüsünü dinlemek önemli… Biliyorsunuz, birisi şöyle demişti: Çaldığınız veya dinlediğiniz müzik türü ne olursa olsun, batı yarımkürede yalnızca 12 nota var, hepsi bu. Yani gerçekte hiçbir şey yeni değil, hepsi bu 12 notadan oluşuyor. Dolayısıyla, her türlü müziği dinleyin ve kendinizi müziğin içine bırakın. Öncelikle, keyfini çıkarın! Evet, eğlenmek istiyorsanız, eğlenin! Ki benim kendimi ciddiye almamayı öğrenmem uzun zamanımı aldı… Bilmem, hep bir fikrim var ama tam olarak ifade edemem, her şey, piyanonun başına oturduğum anda yaşananlara bağlı. İşte o an, ne yapmak istediğimi anlarım. Öncesinde bir set planlamayı pek sevmem. Gençler gerçekten çok iyi ve harikalar, bazen de korkutucular! Özellikle teknik terminolojide ve okumada benim onların yaşında olduğumdan çok daha ileriler. Ancak bir dezavantajları var. Müzik öğrenmedeki temel problemlerden birisi, duyguları göremiyor oluşunuzdur. Beyninizle çalarsınız, fakat kalbiniz sizi yönlendirmeli. Sanırım bunu zaman geçtikçe öğrenecekler.
· Son günlerde sabah uyandığınızda size iyi gelen neler var? Mesela bir gününüz nasıl başlar?
Sabahları kendimi iyi hissettiren şey nedir diye sorarsanız, cevabım “uyanmak” olur. Herhangi bir ritüelim yok aslında. Evdeysem, öncelikle çok erken kalkarım. Bu durum eşimi çıldırtır. Saat 4 ya da 4 buçuk gibi kalkar, aşağıya iner, kahve yapar, haberleri açarım. Eğer hava sıcaksa, verandada oturup kahvemi içer, güneşin doğuşunu izlerim. Soğuksa evde kalırım.
· Ve son olarak; bugüne ve yakın geleceğe dair proje veya “hayalimde şu var” dediğiniz neler var?
Bu seyahatin ikinci ayağında, yani Temmuz ayında, Avrupa’ya geri döneceğim ve San Sebastian’da yaylı orkestra ile çalacağım. Berklee Müzik Okulu’nda yaptığımız bir projeydi bu. Daima bir yaylı orkestra ile çalmak istemişimdir. Bu yüzden menajerim Karen orada Eric Gould adında harika bir yazar ve aranjör ile iletişime geçti. Yaklaşık 10 şarkımı yaylı orkestra için düzenledi ve arkamda viyolonsel, keman ve viyola gibi çalgıların sesini duymak gerçekten güzeldi. Kaç yaylı vardı ya da olacak bilemiyorum Regina ile yaptığımız iş bir düetti. Umuyorum ki kaydedilir, çünkü Berklee’de kaydedilmedi. Dolayısıyla nasıl ses çıktığını duymadım. Yeniden çalmayı ve duymayı sabırsızlıkla bekliyorum.