“En başta adını bile koyamadığımız, ilk kez gördüğümüz bir yerde dünyaya geldiğimizi, bu adı bile olmayan, bilinmeyen yerde büyüyebildiğimizi, adını öğreninceye kadar orada dolaşabildiğimizi, adını aşkla söylediğimizi, yuva diyebildiğimizi, köklerimizi saldığımızı, aşklarımızı orada barındırdığımızı, ondan âşıkların özlemli şarkılarındaki, arzu taşan şiirlerindeki gibi söz ettiğimizi düşünsenize…” Bu aralar ortaya karışık okuma seanslarımı taçlandıran ABD’li yazar, editör William Goyen böyle diyor. Bilahare okuma mesainize üstadı eklerseniz niyetine (iç ses: Türkiye yayıncılığı neden üstadın kitaplarını basmıyor acaba; keşke bir yayıncı / editör bu notumuza heves etse!?) buraya bırakıyorum ve geliyorum bugünkü meramımıza…
“Atlas eğer isterse dünyayı yere bırakıp, ortalıktan kaybolabileceği bilgisine sahipti; ama yalnızca bu fikre sahip olmasına izin vardı.” Franz Kafka’nın 1880’lerin sonunda nida ettiği bu cümleyi kendilerine şiar edinen Atlas Tiyatro Araştırmaları, ilk oyunları (Kafka’dan) “Yuva”, ikinci oyunları (Goethe’den) “Genç Werther’in Acıları” adlı öyküsünden uyarlama “Werther&Lotte” ile tiyatroseverlere gelecekte nasıl bir hemhalden sesleneceğinin selamını vermişti ki bu yıl, 10. yaşını kutluyor ekip; ve bu sezon da “Uysal Kadın” ve “Sezuan’ın İyi İnsanı” gibi kültleşen iki oyunla seyircilerini mesut etmeye devam edecek…
Konvansiyonel tiyatro eserlerinin dışında kendi metinlerini ve uyarlamalarını çağdaş yorumla sahne diline dönüştüren ve bu konuda; performans, doğaçlama ve fiziksel oyunculuk tekniklerini oyuncunun kendi yaratımları ile uygulayıp sahneye taşımak üzere çalışmalar yapan ekibin, ivedilikle Fyodor Dostoyevski’nin 1876’da bir gazete haberinden etkilenerek yazdığı ve fantastik olarak nitelediği “Uysal Kadın”; ve Bertolt Brehct’in bir kısmını 1939-1941 yılları arasında ABD’de yaşarken yazıp 1943’te de tamamladığı kült eseri “Sezuan’ın İyi İnsanı”nı seyretmenizi salık veririm. Bu iki klasik eseri, günümüz janrında, anlatımından sahneye uyarlanmasına berrak ve özünden de kopmadan sahnelenmesi muazzam. Ezcümle, Atlas ekibinin ince işçiliğinin ve yorumunun dikkat çektiğinin altını çizerek tüm emeği geçenlere şükran…
İlk olarak 2008’de tiyatro mesaisinde kelama düştüğümüz, sonrasında pek çok işlerini ferah bir tebessümle seyredaldığım ve 2014’te de kendi oluşumları olan Atlas Tiyatro Araştırmaları’nı kurunca artık tam zamanlı takipçilerinden olduğum (iki akademisyen, tiyatrocu) Ece Çelikçapa Özinan ve Sercan Özinan ile hem sezonu hem de oyunlarını konuştuk…
“Kendi sanat anlayışımızı sarsmaya gayret ediyoruz”
· “Toplum birçok yüzü ve gizli potansiyelleri olan çok gizemli bir hayvandır… Ve toplumun belirli bir anda gösterdiği yüzünün tek gerçek yüzü olduğuna inanmak tam bir miyopluktur. Halkın ruhunda uyuklayan tüm potansiyelleri hiçbirimiz bilemeyiz.” Çek tiyatro yazarı, düşünce insanı ve siyasetçi Vaclav Havel böyle nidalanıyor. Bu manidar tanımın yamacında, pandemi sürecinde yaşadıklarınızın, hissiyatınızın bugüne yansıması ve tezahürü nasıl oldu?
Ece Özinan: Pandemi başladığında herkes gibi sağlığım için yeterince kaygılandıktan sonra, aslında dışarıdaki yaşamı, akışı ve aceleyi bir dönemliğine durduruyor olmak bana huzur verdi. Yaşamın çalkantılı akışı içinde o kadar savrulmuştum ki, bunu ancak her şey durunca anlamaya başladım. Zorunlu bir kesinti olmadıkça zaten ben kendim için bu molayı asla vermeyecektim. Daha düzenli uyumaya, spor yapmaya ve öğünlerime dikkat etmeye başladım. Ve bu rutinin, her şey sona erdikten sonra da devam edeceğine dair inancım tamdı. Ancak tabii ki rutini devam ettirmek, yaşam eski haline dönünce pek de o kadar kolay olmadı.
Yine kendimi gereksiz mücadelelere kaptırmaya başladım. Ama bu konuda pandemi bittikten hemen sonra babamı kaybetmem etkili olmuş olabilir. Hayata sarılmanın tek yolu benim için çalışmak gibi. Bu sayede yaşadığımı hissediyorum diyebilirim. Pandemi sonrasının benim için olumlu yanı, artık daha çok sahnede olmaya karar vermem olabilir. Akademik hayatın içime kapanmama sebep olduğunu söyleyebilirim. Bunu fark ettim ve sahneye çıkmaya cesaret ettim. Şimdi her ne kadar “çok yorgunum, dinlenemiyorum” diye söylensem de kabuğumu kırıp sahnede yine seyircilerle buluşabildiğim için çok seviniyorum.
· “Zamanımızda sanat, özerkliğini yitirerek piyasaya ve kitle iletişimine kaynar. Gizemli atmosferinden, aurasından ve eleştiriden yalıtılır. Peki, geriye ne kalır? Sanatın gölgesi kalır…” Filozof Mario Perniola “Sanat ve Gölgesi” adlı kitabında bu peşrevden verir selamını. Perniola’nın kelamından yola çıkarak bugün, hem yaratanları hem de takipçileri için “sanat” nedir / ne değildir sizce? İkiniz de akademisyensiniz, sizin kadrajınızdan bakınca, ortaya nasıl bir fotoğraf çıkıyor? Gelecek için sanat öngörünüz ne olur?
Sercan Özinan: Toplumda sanat takipçilerinin beğenilerinde bence artık açıkça kitle iletişim araçlarının olumsuz etkilerini de görmeye başladık. Bu elbette uygulayıcılar olarak bizleri de etkiliyor, ama küçük bir özel tiyatro olarak biz halen kendi sanat anlayışımızı sarsmaya, kışkırtmaya gayret ediyor ve araştırmaya da devam ediyoruz. Ancak seyirci artık çok sabırsız, algısı çok çabuk dağılıyor, çoğu zaman oyun esnasında telefonuna gelen bildirim onun için daha önemli.
Veya iyi bir sanatsal üretime tanıklık ettiğini hissettiği anda da o anı deneyimlemektense hemen takipçileriyle paylaşma isteği içerisinde. Seyirci deneyim içinde sürüklenmeye, oyunun akışına kendini teslim etmeye karşı aşılması güç bir duvar örüyor. Uygulayıcılar olarak bize düşense, onları aniden yakalamak ve algısını yönetmek gibi görünüyor. Bu yüzden de şaşırtıcı ama anlamsız, bütünlüklü içerikten yoksun işlerin peşine düşmek çok mümkün. Bu tuzağa düşmemeye ama yine de seyircinin ilgisini kaybetmemeye çalışmak gerçekten çok zor. Bu işin sonu nereye varır, şahsen onu tahmin etmek de benim açımdan çok belirsiz görünüyor.
“Ne kadar da cesurmuşuz diyorum!”
· Gelelim Atlas’ın 10. yılına… Bugünden geçmişe baktığınızda düşünce ve duygu dünyanızda ne gibi mevzular var? Hem genç tiyatrocu arkadaşlara da rota olur niyetine sıralayalım isterim?
Ece Özinan: 10 yılı devirdiğimize hâlâ inanamıyorum. Daha okuyorken başladığımız bu tiyatro girişiminin belli bir olgunluğa eriştiğini görmek mutluluk verici. Geriye dönüp baktığımda ne kadar da cesurmuşuz diyorum! Şu an mesela “avangardvari” (gülüyor) bir sahnelemeyle tek kişilik uyarlama oyunla nasıl sahneye çıktığıma inanamıyorum. (Adı “Grete Samsa” idi) Henüz çok tecrübe edinmemişken bu tür denemeler yapmak daha mümkün oluyor galiba. Yaş aldıkça, öğrendikçe insan katılaşıyor; bilgiler, çevrenin görüşleri, olası yargılar insanı tutsağı haline getiriyor. Gerçi bu yıl da, bir Brecht oyununu sahneye koyabilecek cesareti kendimizde bulabildik. Şimdiye kadar ekibe katılan çok arkadaşımız oldu. Çekirdek ekibe dahil edebildiklerimiz sayılı. Bu bir özeleştiri olabilir belki. Ama ekibin dinamik ve değişken yapısını da kabullenmek gerekir. Gelenler ve gidenler sağ olsun, hepsinin gelişimimizde etkileri var.
· Ekibin 10 yıllık sürecinde sahnelerken sıraya aldığı oyunlarda, metinlerde önceliği ve derdi / meramı nelerdi? Bundan sonraki süreçte de yine hangi rotaları takip edecek ve güzergâhın peşine düşeceksiniz?
Sercan Özinan: Uzunca bir süre hikâye uyarlamalarını tiyatro sahnesinde buluşturan bir ekiptik. Hâlâ tiyatro oyunlarına kıyasla hikâyeler ilgimizi daha çok çekiyor gibi hissediyorum. Çünkü yaptığımız uyarlamalarla reji düşüncesini de çözümlemiş ve hazır hale getirmiş oluyoruz. Ve hikâyelerin tiyatral olanakları daha sınırsız ve keşfedilmeyi bekliyor gibi geliyor. Ayrıca iyi kurulu tiyatro oyun metinlerini tercih ediyoruz. Böylelikle metin yazımı ve dramaturji çalışmalarına kıyasla, oyunculuk üsluplarına daha fazla yoğunlaşma fırsatımız oluyor. Bundan sonraki rotamız, her zamanki gibi yine toplanmalarımız, fikir alışverişlerimiz ve beklentilerimiz doğrultusunda gelişecektir. Genellikle bir önceki oyunumuzdaki hatalarımızı yapmamak üzere bir sonraki durağı belirliyoruz. Sezonda iki oyunumuz devam ederken, yaşadıklarımız ve karşılaştıklarımız fikirlerimizi şekillendirecektir diye düşünüyorum.
· 2023 nasıl bitiyor hem Atlas hem de sizin kişisel hayatlarınız için? 2024’te neler var Atlas’ın ve sizin masanızda?
Ece Özinan: 2023 yılı fazlasıyla ekonomik ve politik gündemle doluydu ve yorucuydu. Ama sezonda iki oyunum olduğu için verimliydi diyebilirim. 2024 yılı için biraz dinlenme isteği var şu an. Bu yıl, yaz dönemi dahil tatil yapmaksızın aralıksız çalıştık. Önümüzdeki yıl biraz daha okumaya, izlemeye ve tüm bunlardan beslenip vaktimizi akademik çalışmaya ayırmak istiyoruz.
“Hikâyede bir şey vardı ve bizi yakalamıştı”
· İzlerken muazzam keyif aldığım iki oyunla sahnedeydiniz; “Sezuan’ın İyi İnsanı” ve “Uysal Kadın”… Brecht ve Dostoyevski’nin bu eserleriyle hemhal olma ve sahneleme süreci nasıl gelişti? Neden bu iki üstat ve bu eserleri?
Ece Özinan: “Uysal Kadın”, benim uzun bir ara verdikten sonra sahneye çıktığım oyunum. Oyun / hikâye araştırmaya başladığımızda bir tür arayışımız vardı, bu kara komedi / grotesk tarzında bir yaklaşımdı. Bu hikâyeyi bulduktan sonra da okumalara devam ettik ama bu hikâyede bir şey vardı ve bizi yakalamıştı. Ancak provalarda ayaklanmaya başladıkça, bu hikâyenin arzu ettiğimiz tarzda sahnelenemeyeceğini kavradık. Hikâyenin trajik tutumu, komediyle birlikteliği kaldıramazdı. Ayrıca Dostoyevski’nin çok fazla bilinmeyen de bir hikâyesiydi, bu da cezbedici bir unsurdu. Oyunun başında hedeflediğimiz rota, provalarla birlikte değişim göstermeye başladı.
Ara ara çok ümitsizleştiğimizi ve bocaladığımızı söyleyebilirim. Çünkü içimize sinmesi gerçekten önemliydi. Sonra Sercan metni iyi bir noktaya toparladı, oyun kendi kendine yolunu belirlemeye başladı ve biz de uyum sağladık. “Sezuan’ın İyi İnsanı” ise “Uysal Kadın” çıktıktan sonra ciddi ciddi konuşmaya başladığımız bir oyundu. Benim bu oyun seçiminde büyük etkim oldu. Hatta Sercan “Adam Adamdır” çalışma eğilimindeydi. Ancak “Sezuan…” hem okul döneminde aklımda yer eden oyunlardan biriydi hem de içimde dizginleyemediğim bir Alman tiyatro ekolü tutkusu var. Fırsat buldukça Berlin’e gidip sevdiğimiz tiyatroların oyunlarını izliyoruz. Acaba Brecht nasıl olur diye düşünmeye başladık, bu oyunun düşüncesi de çok keskindi ve reji-oyunculuk becerisine açıktı. Yaz döneminde çalışmaya başladığımız sanırım ilk oyunumuz, sezonu bu oyunla birlikte erken açmış olduk.
· Malum klasik eserleri sahneye uyarlamanın ince çizgileri genellikle kaçırılır ve doz aşımı sebebiyle seyirciye de kötü bir tat bırakır; fakat iki oyundan da çıkarken mutlu bir izlek olarak veda ettim geceye… Metinleri sahnelerken öncelikleriniz nelerdi, ne tür anlatımsal enstrümanlardan faydalandınız?
Sercan Özinan: “Uysal Kadın” için sahneleme türü konusunda beklentimizin provada değişkenlik gösterdiğini söyleyebilirim. Bu oyun için performatif bir yaklaşım sağlamaya çalıştık. Sahnedeki icra ile perdedeki gerçekliği çarpıştırmak istedik. Oyun bir ölümle açıldığı için zaten baştan neyle sonuçlandığını açık ediyordu. Adamın kadının ölümüyle ilgili anlattıkları, hikâyede de olduğu gibi, çağrışımsal bir akışta olduğu için gerçeklik duygusunu yer yer kaybettiğini hissettik. Bu yüzden sahnede ölen ve dirilen kadın ikiliğini kurmayı ve gerçekliği hem sahnede hem de görüntüde bükmeyi istedik. Kadın çoktan ölmüştü ve nedenini artık kimse bilemeyecekti.
Bu düşünceyi korumak istedik. “Sezuan’ın İyi İnsanı”nda ise en büyük mücadelemi oyunu kısaltma ve düzenleme konusunda verdim. Oyun çok uzun ve Brecht olaylar-karakterler arasında öyle bir bağ kurmuş ki, çok dikkatli bir şekilde hareket etmemiz gerekti. Oyunun meseli çok açık ve temiz. O yüzden var olanı korumak ve oyunun klasik tavrını yansıtmak istedik. Oyuncuların karakterler arasındaki hızlı değişimleri, ansambl iş birliği, müzikal katmanı ve sahne matematiği önceliklerimizdendi. Brecht’in gestus kavramını gözeterek karakterlerin takibini kolaylaştırmayı hedefledik diyebilirim.
· “Böylece bugün yapılan her buluş ve keşif gitgide daha korkunç bir tehdit olmakta insanlık için ve bugün neredeyse her yeni buluş zafer çığlıklarından sonra korku çığlıklarına sebep olmakta.” diyor Brecht bir konuşmasında, üstadın bu tarifini de es geçmeyip, sizin bizlere sorduğunuzu izninizle ben de sizlere sormak isterim / “Sezuan’ın İyi İnsanı”nından yola çıkarak: “İnsan mı değişmeli, dünya mı yoksa?”
Ece Özinan: Dünyanın değişimini başlatacak olan kendi gücünün farkında olmayan, dünyanın da ona gücünü unutturmakta çok başarılı olduğu insanın ta kendisi. Tabii bunu söylemesi kolay, günümüzde birlik olmak o kadar güç ki. Tek başınıza direniş gösterdiğiniz için suçlandığınız, linç edildiğiniz bir dünyada yaşıyorsunuz.
Sercan Özinan: Hümanizma ruhunun parçalanması Nietzche ile beraber daha da hızlandı. Her özgürlüğün yanında bir tutuculuk, her adaletin yanında bir ikiyüzlülük son yüzyılda Batı’da kendini daha da hissettirmeye başladı. Burada kapitalizmin elbette büyük bir payı var. Brecht neredeyse tüm yapıtlarında buna açıkça vurgu yapıyor. İnsan mı dünya mı dersek dünya zaten değişiyor. Doğa bizden öcünü almaya başladı bile.
“Her karakteri, olayı kanıksamış durumdayız”
· Gelelim “Suç ve Ceza”da, “Yalnızca ölümden korktuğu için yaşayabilir mi insan?” diyen üstat Dostoyevski’nin “Uysal Kadın”ından alıntıya. “Ben susarak konuşma ustasıyım, hayatım boyunca susarak konuştum ve bütün trajedileri tek başıma susarak yaşadım.” Bugün günümüz dünyasında “uysal kadın” bize neyi anlatmaktadır ve günümüzün “uysal kadın”ı kimlerdir sizce?
Sercan Özinan: Toplumun değer yargılarına ayak uyduramayan herkes “Uysal Kadın” gibi olabilir. Uyum sağlayanların kazanç sağladığı düzende, toplumun yozlaşmasını kenardan izleyenlere onlar adına utanmak ve susmak ve artık mücadele etmemeyi, yaşamamayı tercih etmek kalıyor belki de. Ailesini kaybettiği için teyzelerine sığınan ve şiddet gören bu kadın, kurtuluş yolunu hiç tanımadığı bir adamla evlenerek bulacağını düşünüyor ama bu sefer de psikolojik şiddete maruz kalıyor. Bu noktada kadının tercihi susmak değil elbette, sesleri çıktığı anda susturuluyorlar.
· Diyelim ki hem “Uysal Kadın” hem de “Sezuan’ın İyi İnsanı”ndaki karakterlerle tesadüf bu ya denk düştünüz, aynı masalarda kelamdasınız. Öncesinden de hayat hikâyelerini az çok biliyorsunuz. Onlara bir sözünüz olsa bu ne olurdu?
Ece Özinan: “Aramıza hoş geldiniz, niye bu kadar geç kaldınız?” derdim. Önceden asırlar geçse de evrensel özelliğini yitirmediği söylenen oyunlar vardı. Artık evrensel olmayan bir tema kaldığını hiç sanmıyorum. Her karakteri, olayı kanıksamış durumdayız, artık hepsi bize bir yerlerden tanıdık geliyor. Oyun karakterleriyle karşılaşmış olsaydım, büyük ihtimalle onları kendi dünya kurgumuza davet etmişim gibi hissederdim.
· Ve son olarak, bugünlerde sizi sabah yataktan tebessümle uyandıran neler var; yaşam mesainizde size iyi gelenleri öğrenebilir miyiz?
Ece Özinan: En son ne zaman sabah gülümseyerek uyandın diye sorsan aslında! Herhangi bir zorunluluk olmadan kitap okuyamamaktan dert yanıyorum ben de. İşim gereği hep kuramsal kitaplara yöneliyorum. Şu sıralar oyunculuk ve bilinçdışı üzerine bir şeyler karalamaktayım. Bu yüzden bol bol Jung okumaları yapıyorum. Aktif hayal gücünü keşfetmek ve yönetmek konusunda açarlar veriyor. İlgilenenlere Jung’un bilinç ve bilinçdışı kitabını öneririm.
Sercan Özinan: Şu sıralar kendi alanımla ilgili olarak eko -dramaturgi çalışmaları ilgimi çekiyor. Ben de henüz öğrenme aşamasındayım. Sürdürülebilir sanatsal üretim konusu şu sıralar Avrupa’nın gündeminde. Aslında epeydir gündeminde ancak daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Bu konuda yakın zamanda kaynaklar da çoğalacaktır.
Meraklısına not: “Uysal Kadın”ı, 2 Aralık Cumartesi, saat 21.00’de House Of Performance’ta ve 16 Aralık Cumartesi, saat 20.30’da Koma Sahnesi’nde; “Sezuan’ın İyi İnsanı”nı ise; 10 Aralık Pazar, saat 16.30 DasDas’ta; 30 Aralık Cumartesi, saat 20.30’da ise Baba Sahne’de seyredebilirsiniz.