Söyleşi: Nefise Abalı
Yazar ve şair Zeynep Kasap’la üçüncü kitabı Kedi ve Adam üzerine söyleştik.
Sevgili Zeynep Kasap, sizi ilk olarak şiirlerinizle tanıdım. Şiir kitabınız Mut’la. Sonrasında Güzel Uyu ve şimdi de Kedi ve Adam öykü kitaplarınız çıktı. Mut’ta altını çizdiğim şiirlerden biri de “Mış Gibi”ydi. Orada da bir kedi var. Sanki o kedi, Mut’tan Kedi ve Adam’ın bahçesine atlamış gibi. “… bahçeye atlayan simsiyah bir kedi / Tek isteğim biraz sohbetti / Mır mır deyip geldiği gibi gitti”. Bu sefer gitmiyor ama konuşuyor, anlatıyor. Sizde nasıl oldu peki? İlk kitaptan üçüncü kitaba gelene kadar, bu yolculukta neleri taşıdınız yanınızda, neler değişti?
Merhaba sevgili Nefise. Neleri taşımışım yanımda? Neler değişmiş? Farkında değilmişim. Dönüp baktım sen sorunca. Suskunluğumu ama en çok başkalarının suskunluğunu dinlemiş, izlemiş atmışım sırt çantama. Bir kedi, ağaç, insan. Sesini dışa vuramayanlara ses olmak istemişim meğer yıllar boyu. Başlamışım yavaş yavaş anlatmaya, çantam doldukça. Yük sırtımı kalbimi ağrıtmaya başladıkça. Şiirle, sözle. Yarısı bana, yarısı kâğıda. Sonra bakmışım yetmiyor hafiflemeye ve hafifletmeye. Yetmemiş bana. Haksızlık gibi gelmiş susanlara. Öyküye başlamışım bir gün. Ve biliyorum öykü de yetmeyecek, yetmiyor aslında. Değişim böyle başlıyor belki, için çoğaldıkça. Sevinçle, acıyla, binbir duyguyla dolup taştıkça başlıyor.
Beni en etkileyen öykünüz “Nuriye’nin Helvası”. Bir cenaze evinde yaşananları böylesine ironik bir üslupla verebilmek kolay iş değil doğrusu. Bir de öykü sona yaklaştıkça ironinin dozu, hikâyenin gerilimi hızla artıyor. Kendimize de dışarıdan baktırıyor öykü. Bir ritüelin içinde, bir acının ortasında ne düşünüyoruz, ne hissediyoruz, elimizden tutup gösteriyorsunuz. Çok merak ediyorum, nereden çıktı bu öykünün hikâyesi?
Bu öykü yıllar evvel kimseden habersiz oluşturmuş taslağını. Şimdi düşününce temellerinin ablamı kaybettiğim yıllarda atıldığını görüyorum. Öykü de ablama dair bir şey olmasa da içimde yer etme noktası sanırım bu. Taziyeye gelen birkaç kişiyi evden kovmak istediğimi hala hatırlıyorum. Sonra başkalarının acılarına sessiz ortaklık ettim farklı evler farklı taziyeler. Farklı insan yüzleri. Farklı duyarsızlıklar. Aklımda yoktu ama hiç böyle bir öykü yazmak. Annemi 2021 de kaybettim. Belki o zaman tamamladı öykü kendini. Bilemiyorum. Tabi yitenler çoğaldıkça, insanları tanımaya başladıkça, canın acıdıkça, canın acırken anlaşılmadıkça yahut canı acıyanı hiç konuşması da derinden anlayabildiğin o nadir anlar. Bir gün bir bakmışsın bir öykü çıkıvermiş ortaya. Biraz senden biraz benden misali. Belki suskunluk patlaması. “Nuriye’nin Helvası” yaşanmış bir öykü değil ama hepimizden bir parça.
İlk iki kitabınızda daha çok güz, sonbahar teması görülüyor. Yağmurlu, sağanak yağışlı, kapalı havalar… Ev içlerinde, mutfakta geçiyor öyküler. Kedi ve Adam’a geldiğimizde bahar havası esmeye başlıyor. Balkonlar, pencereler açılıyor, bahçelere çıkılıyor. Vapurlar, deniz, suyun gözü… Sesler artıyor, kadınlar konuştukça ferahlıyor. Siz nasıl görüyorsunuz bu değişimi? Temalarınızı belirleyen duygular, unsurlar neler?
Sanırım temaları belirleyen şeyler duygu geçişlerim ???? Karamsar biri değilim hiç olmadım. Sonbaharı seviyorum, kışı, yazı, ilkbaharı. Ayırt edemem. Ve aslında hep balkonlar, pencereler açık. Sadece bazen balkonda penceredeyim, serçelerle coşuyorum. Bazen de odamda, balkona hiç yaklaşmadan, pencereye çıkmadan, duvarlara bakıyorum sessizce içimden konuşarak. Öykülerim de böyle. Bir şiirim daha var mesela “Bir yanım gölgeyse bir yanım güneş”, onun gibi de belki. Tabii karakterlerimin duyguları. Duyarlı biri olduğumu düşünüyorum. Bu özelliğimi annemden aldığımı düşünüyorum. İnanılmaz hassas, duyarlı ve empati gücü yüksek bir kadındı. Ablam da öyleydi. Üçümüz çok benzeşirdik. Aynı ayda doğmuşuz zaten. Sadece kendi duygularımız değil, tüm canlıların ruhlarına dikkat kesilirdik ister istemez. Bütün bunlar, soruna ortak bir cevap olabilir.
“İnsan korkunca çocukluğunu hatırlar” demiştiniz Güzel Uyu’da. Mut ve Kedi ve Adam’da da çocukluğa dair görüntüler var. Çocukluğunuz sizin hayatınızda nerede duruyor? Yazdıklarınıza ne kadar sızıyor?
Güzel bir çocukluk yaşadığımı düşünüyorum. Her çocuk gibi benim de kırgınlıklarım olmuştur kim bilir? Ama yine de çok mutlu bir çocukluk geçirdiğimi biliyorum. Maddi olanakların az ama manevi zenginliğin çok olduğu bir dönem. Çocukluğunu, çocukluğundaki güzellikleri kaybettikçe daha çok özlem duyuyorsun ve daha çok sızabiliyor elbet yazdıklarına.
Öykülerinizdeki en önemli tema kadın. Hepsi gerçekçi, hepsi isimleriyle var. Filiz, Aysel, Münevver, Nesrin, Nazan, Hanife, Nuriye, Rukiye, Ayşe, Makbule, Hatice, Asiye… Kanlı canlı kadınlar. Kapı komşumuz gibi. Okurken, tanıyorum bu kadını hissi uyandırıyor bende. Bu da gözlem gücünüzü, karakter oluşturmadaki başarınızı ortaya koyuyor. Kadın karakterlerinizi oluştururken neleri önemsiyorsunuz? Beslendiğiniz ortamlar var mı?
Gözlem gücümü annemden almışım. Bunu söylemiştim önceki soruda değil mi? Ama yine belirtmek istedim. O bunu sonuna dek hak ediyor çünkü. Kadın karakterlerimin benim için ayrı bir önemi var. Ajitasyon yapmadan bakmayı, anlatmayı seviyorum. Ajitasyona da gerek yok zaten. Önemli olan göstermek istediğin duygu. Yalın hâliyle. Umarım başarabiliyorumdur. Beslendiğim kaynak hayat. Belki tesadüfen karşılaştığım bir kadın, belki hiç konuşmadığım sadece göz göze geldiğim, belki hiç görmediğim ama hakkında tek bir cümle duyduğum. Bazen sadece düşündüğüm. Böyle bir hayat yaşayan kadınlar da var. Acaba ne hissediyor o, şimdi nasıl?
“Ev kadını” öykünüz “İkra” sözcüğüyle açılıyor, “oku”. İslam’daki ilk vahiy… Dua eden, namaz kılan kadınlar yer alıyor öykülerinizde. İsimleriyle, inançlarıyla, duygularıyla var olan kadın karakterler bunlar. Çoğumuzun annesi, teyzesi, halası… Çok yakın, çok sahici… Gelenekler, dinî ritüeller de beslendiğiniz kaynaklardandır diyebilir miyiz?
İnançlı bir insanım. Ama bağnaz biri değilim. Her inanca da saygılıyım. İlahi güce, enerjiye inanırım. Dinî kitaplarda sadece Kur’an-ı Kerim’i baz alırım. Evet bundan beslenmişim, beslenirim, besleniyorum. Biraz gelenekçi yapım da var.
Çok merak ederim yazarların hangi yazarları, hangi kitapları okuduğunu. Biraz klişe olacak ama size de soracağım. Etkilendiğiniz, yazarlığınıza katkısı olan yazarlar kimler? Başucu kitaplarınız var mı, şöyle dönüp dönüp okuduğunuz?
Sevdiğim ya da sevmediğim, konusu aklımda kalan ya da kalmayan okuduğum tüm kitapların yazarlığıma mutlaka katkısı olmuştur. Ama hep elimin altında, belli zamanlarda dönüp tekrar okuduğum, okuyacağım, beni sarsan, derinden etkilemiş olanları, hemen ilk aklıma geldiği şekilde sayayım:
Bir Gün Tek Başına – Vedat Türkali, Tutunamayanlar – Oğuz Atay, Dinle Küçük Adam -Wilhelm Reich, Suç ve Ceza – Dostoyevski, Fareler ve İnsanlar – John Steinbeck, Albaya Mektup Yok – Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi – Gabriel Garcia Marquez, Bir Savaş Vardı – John Steinbeck, Açlık Oyunları – Suzanne Collins, Amok Koşucusu – Stefan Zweig, Veba – Albert Camus, 1984 – George Orwell, Ölü Ordunun Generali – İsmail Kadare.
Gelelim en zor soruya. “Susmasaydım yazamazdım” demişsiniz Kedi ve Adam’ın girişinde. Bu söz bir manifesto niteliğinde. Yine de açalım isterim. Size yazdıran itki nedir? Neden yazıyorsunuz?
Tüm susanlar için yazıyorum. Biraz olsun hafiflemek için yazıyorum. Duyulsun istiyorum sesleri. Görülsünler, fark edilsinler. Sönmesin istiyorum yaşam fenerleri.
Çok teşekkürler bu güzel söyleşi için. Yeni kitaplarda tekrar buluşmak üzere…
Güzel soruların, nazik davetin için ben teşekkür ederim sevgili Nefise. Görüşmek dileğiyle… Sevgiyle sana ve tüm güzel ruhlara…
edebiyathaber.net (15 Haziran 2023)