Sanatın dünden bugüne tarihine şöyle bir göz attığımız zaman, birçok evreden geçip, bugünlere insanlık tarihi ile paralel bir şekilde ilerlediğini görebiliriz.
Bundan yaklaşık 700 yıl önce İtalya’da sanata dair müthiş bir patlama yaşanmıştı. Sanatsal yapıtları kendileri için övünç kaynağı olarak gören kentler, binalarını güzelleştirecek ve ölümsüz eserler yaratacak en büyük sanatçıların hizmetini sağlamak amacıyla birbiriyle yarışıyordu. Böyle bir yarış , sanatçıların birbirlerini aşması için özendirici bir unsurdu. Ardından, İtalyan sanatçıların perspektif yasalarını incelemek için matematiğe ve insan vücudunun yapısını incelemek için anatomiye yönelmesiyle birlikte, büyük keşifler dönemi başladı. Bu keşifler yoluyla sanatçıların ufku genişledi. Dönemin en iyileri doruğa ulaşmak için birleşmiş gibilerdi. Michelangelo, Raffaello, Leonardo gerçekten de önceki kuşakların erişmek istediği yerlere gelmişlerdi. Onlar için hiçbir çizim zor gelmiyor, yapılabileceğin en iyisini zaten yapıyorlardı.Zarafet ve uyumun doğru bir şekilde nasıl bir araya getirileceğini zaten çok iyi biliyorlardı. Bu durum, her ne kadar gelmiş geçmiş tüm sanat eserlerini gölgede bırakacak, sanatın altın çağı olarak nitelendirilecek bir dönem olarak görünse de, aslında ileride ressam olmak isteyen geleceğin sanatçıları çocuklar için hoş bir durum değildi. Yaşayan büyük ustalar bir insan bedeni için yapılabileceğin en iyisini yapabiliyorlardı zaten. Bundan daha fazla ne yapılabilirdi ki?
Dönemin sanatçıları bunu bu şekilde kabullenmiş ve usta sanatçıları kopya etmekten başka bir seçenek düşünememişlerdi. Madem Michelangelo çıplak figürleri karmaşık pozlarda çiziyordu, onlar da taklit ederek ister otursun ister oturmasın, o çıplak figürleri kendi resimlerine aktarabilirlerdi. İşte bu çözümsüz tutum sanatta bir tıkanıklığa sebep olmuştu. Sanatta en uçların yaşandığı bir dönemde, ustalar ile çıraklar arasında müthiş bir uçurum vardı. Bu uçurum, aslında, ileride sanatın bunalım dönemine gireceğinin belirgin bir göstergesiydi.
Sanatçılar arasında bu durum huzursuzluğa sebep oluyor, sanata olan inanç gitgide azalmaya başlıyordu.
Peki ne olacaktı? Bu, sanatın doruğa ulaştığı bir dönemde sanatın aynı zamanda sancılı bitişi anlamına mı geliyordu?
Kimi sanatçılar için evet. Ama kimileri için aslında bu kriz yeni başlangıçlara bir fırsattı. Çünkü onlar sanatın duraklama devrine girebileceğine inanmıyorlardı.Belki usta sanatçıların yaptığı mükemmel insan figürlerine ulaşamayabilirlerdi. Ama sanat üretmek için başka yollar da olmalıydı. Bunun için yetkin bilginlerin keşfedebileceği gizemli resimler yapmayı denediler. Dikkat çekmek için çalışmalarını, daha zor anlaşılır, daha karmaşık ve daha uyumsuz yaptılar. Onlara göre büyük ustaların yapıtları gerçekten de mükemmeldi ama mükemmelliğin çekiciliği sonsuza kadar devam edemezdi. Çünkü ona alıştıktan sonra yapıt daha fazla heyecan vermiyordu. Bu yüzden onlar daha şaşırtıcı, beklenmedik olana yöneleceklerdi. Bu tutum tüm sanatçılarda büyük bir heyecan yarattığı gibi, dönemin ustalarında da büyük istek uyandırmış ve onlar da artık insan figürlerinin dışında yapıtlar çıkarmaya başlamışlardı. Böylece modern sanatın ilk tohumları da atılmış oluyordu. Artık sanatçılar içlerindekini, sadece beden ile değil, ruh, zeka ve beden harmonisi ile dışarıya yansıtıyorlardı.
Bir bunalım sürecinden sonra ortaya çıkıveren bu akım, zamanla kimileri için yarattığı, kimileri için yaşadığı, kimileri için soyunduğu, kimileri için çalıştığı bir toplumsal birikim halini aldı. Estetik kaygıların gereksizliği düşünülerek, sanatçılar eserlerini içgüdüleriyle birlikte yapmaya başladılar. Peki bu durum günümüzde sanatı nerelere getirdi? Üretim bolluğu ve anlama zorluğunun da eklenmesiyle yeni bir bunalımın içine dahil etmiş olabilir mi?
Kesinlikle evet.
Sanat, ilk çıktığı zamanlardaoldukça avant-garde bir yaklaşımdı; ama elbette kötüye kullanılmaya da, yozlaşmaya da, hatta ayağa düşmeye de her sanat formunda olduğu gibi açıktı ve günümüzde bu ziyadesiyle yapılıyor. Artık gösterilen imgelere haddinden fazla anlam yüklenmesi durumu yaşıyoruz. Bomboş bir tuval, içinde binbir türlü anlamı taşıyor olabilir düşüncesi ile milyon dolarlara alıcı bulabiliyor. Ya da bir muzun üzerine yapıştırılan bir bant, günlerce sanat camiasında alkışlanabiliyor. Veya dışkısını gerçek dışkısı ile resmetmiş bir kişinin tablosu çok ünlü galerilerde baş köşeye oturtulabiliyor. Seneler önce çekilmiş bir fotoğrafın baskısı “kopya orjinali kadar değerli midir?” fikri ile galeride yeniden sergilenebiliyor. Çağdaş sanatın en önemli eserlerini sanatseverlerle buluşturma mottosuyla yola çıkan bazı sanat fuarları, kiminin dekoratif eşya seçmesi, maddi durumu olmayanların da durmaksızın önünde selfie fotoğraf çekmesinden ibaret oluyor.
Sanatçıları zihnen tembelleştiren bu süreç, yozlaşmaları da arkasında getiriyor.
Evet, aslında sanat biz farkında olmasak da bir bunalımdan geçiyor.
Sanat zanaat’ten uzaklaşıyor. Uzaklaştıkça da tükeniyor. Belki de tükenen yeniden evrimleşiyor.
Her yeni tükenişin yeni güzellikler getirmesi ümidiyle…
Sevgiler…
Feryal Bayram