Söyleşi: Aleyna Koç
Melis Sena Yılmaz ile Günışığı Kitaplığından çıkan ikinci kitabı “Mayısın Üçüncü Haftası” üzerine konuştuk.
Kitabınızı okurken, John Lennon’un “Hayat; siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir,” sözü aklıma geldi. Cenk’in suya düşen tatil planı ve ardından başına gelenler onun hayatını çok etkileyerek değiştiriyor. Sizin de çocukken, Cenk’in yaşadığı olaylar gibi sizi etkileyerek değiştirdiğini düşündüğünüz bir olay ya da olaylar var mı?
Elbette vardır ama rahatlıkla Cenk gibi bir deniz canavarına dönüşme tehlikesi atlatmadığımı söyleyebilirim, o biraz Cenk’in şanssızlığı. ???? Şaka bir yana, yaşadığım olayların etkilerini kişisel özelliklerimle direkt işaretleyemesem de çocukluğumuzda yaşadıklarımızın üzerimizdeki etkisinin uzun soluklu olduğuna inanıyorum. Bu büyük olaylardan ziyade süregelen alışkanlıklar da olabilir. Küçükken okuduğum gizemli macera kitaplarının etkisinin yazdıklarımı ve yazmak istediklerimi şekillendirdiğini söyleyebilirim örneğin.
Cenk, efsanevi yaratıklardan birine dönüşmekten kaçarken diğer yaratıklardan da yardım alıyor. İçimizde hem kaçtığımız hem de yardımını aldığımız yanlarımız var. Çocukların tercihlerinin iyiliği, doğruluğuyla biz yetişkinlerin dünyasındaki tercihler arasında nasıl bir ayrım ya da ilişkiden söz edebiliriz?
Yetişkinlikte gri alanların daha fazla olduğuna inanıyorum, keskin çizgiler çizebilmek zorlaşıyor. İçimizde kaçtığımız yanların sebebi yıllar önce yaşadığımız travmalardan kaynaklanabiliyor. Çocukken her şey daha siyah beyaz; hikâyelerde dahi kötüler sonunda mutlaka kaybediyor ya da kötü biri olmaktan vazgeçip iyi birine dönüşüyorlar. Bazen yetişkinlikte de içimizdeki çocuğun sesinin ağır bastığına şahit oluyorum, olayları ve kişileri yorumlayış biçimimiz bu sesten etkileniyor.
Romandaki yetişkinlerin Cenk’in inadına karşın didaktik bir tutumu yok. Onu uyarıyor ve tehlikelere dair bilgilendiriyorlar ama Cenk’in bir çocuk olarak iradesini roman boyunca hep önde görüyoruz. Cenk’in cesaretinin ve iradesinin kaynağı yetişkinlerin ona verdiği sorumluluklar olabilir mi?
Ben Cenk’in cesaretinin uzun süre boyunca ondan alınan karar yetisinden kaynaklandığını düşünüyorum; özellikle anne babası tarafından uzun süre kısıtlandığı için bu durum kendini öfke olarak gösteriyor. İstemediği bir akrabasının yanına yollanınca bu durum canına tak ediyor ve çareyi burnunun dikine gitmekte buluyor. Hikâye ilerledikçe sizin belirttiğiniz gibi ona bir irade alanının tanındığını ve onun sonuçlarını macera boyunca izliyoruz.
Efsaneler demişken, ilk kitabınız “Aşağİstanbul”da da fantastik bir kurgu bulunuyordu. Bir yazar olarak, efsaneler ve mitlerin, kurgularınızda ve karakterlerinizde etkileri olduğunu söyleyebilir miyiz? Nasıl yorumlarsınız bu etkiyi?
Tabii ki, iki romanımda da mekânın hem benim için hem de olay örgüsü için müthiş önemi vardı. İstanbul da Bozcaada da tarihi anlamda çok zengin, efsanelerle donatılmış mekânlar. İlla geçmişle bağlantısı olmak zorunda da değil; öyküye özgü efsaneleri de İstanbul’a ya da Bozcaada’ya yerleştirince hiç eğreti durmuyor; mekânın kendi büyüsü yeni efsaneleri de kucaklıyor adeta. Ben de bu efsaneleri hikâyelerimde kimi zaman bir karakterin geçmişinde kimi zaman bir ipucu olarak kullanmaktan müthiş keyif alıyorum; çünkü hikâyeyi de zenginleştirdiklerini düşünüyorum.
Kitabınızda tuhaf olarak nitelendirilen karakterler bulunuyor. Bu tuhaflıkları ve karakterleri oluşturma sürecinizi, nelerden etkilendiğinizi merak ediyorum…
Kitaplardaki tuhaf karakterler her zaman başka hayatların da mümkün olduğunu, iyi ya da kötü başka yaşama biçimlerini hatırlatıyor. Gerçek hayatta insanların akıllarını okuyamıyoruz; ama kitaplarda bunu yapabiliyoruz. Dışarıdan “tuhaf” gözüken karakterlerin geçmişlerini, karakterlerini şekillendiren olayları okumak; onları “tuhaf” diye etiketleyip geçmememizi sağlar diye umuyorum. Tuhaf karakterler bir çeşit empati katalizörü rolünü üstleniyor bence.
Cenk’in kaçtığı, canavara dönüşmüş Leyla Hanım’ın hikâyesi oldukça ilginç. Karakterlerinizin oluşumunda nasıl bir süreç izliyorsunuz? Sizden ya da gerçek hayattan izler var mı?
Hiçbir olay ya da karakterin gerçeklikle bağlantısı yok neyse ki. Leyla Hanım’ın hikâyesi de canavarın kimliği ve geçmişi üzerine düşünürken şekillendi. Bir insanı canavara dönüştürebilecek olaylar zincirini kurmam, hikâyenin inanılırlığını sarsmamak adına elzemdi. Romanın sürprizini kaçırmamak için sonunu söylemeyeyim, fakat canavarın geçmişinin beni ikna ettiğini söyleyebilirim; öbür türlü okurla paylaşmak istemezdim.
Çocuklar, gerilim ve korku türlerindeki kitaplara özel bir ilgi duyuyorlar… İki romanınızda da bu türlere dair izler var. Çocukların bu türlere ve konulara ilgisini nasıl yorumlarsınız? Yazarı da heyecanlandıran, yazarken iyi hissettiren bir süreçten söz edebilir miyiz?
Gizemli hikâyeler yazmak, parçalarını kendin oluşturduğun bir yapboza vakit ayırmak gibi. Gerilim ve korku da gizemin tuzu biberi; çünkü sayfaları çevirmemizi sağlayanın “Acaba şimdi ne olacak?” merakı olduğunu düşünüyorum. Merak duygusu, bağlamıyla birlikte gerilime ya da korkuya dönüşüyor. Çocukların ilgisini de bu duyguya bağlıyorum; yetişkinlere kıyasla bastırılamayan bir merakları var. Ben de çocukken yorganın altına girip el feneriyle gizem romanları okurdum örneğin; üstünden yıllar geçse de yaşadığım o gerginlik gayet canlı bir şekilde hatıramda yer etmiş.
edebiyathaber.net (16 Haziran 2023)