KRALLARIN SANATI
Üretmek sanatı…
Sıkça dile getirdiğimiz ama nedense gerçek hayatta çok da uygulayamadığımız bir kavram… Oysa ki üretmek, gerçekleştirilmesinin insanda çok acayip duygulara, yükselen bir algı seviyesine sebebiyet verdiği bir eylem…Bir eksiği yerine koyarak veya çok küçücük bir ihtiyacı gidermek olarak da olsa, üretmek üzüntüyü giderebilir. Mutlulukların en güzellerini hissettirebilir. Ürettiğinin karşısına geçip gülümsersin. Benliğindeki tüm incelikleri hayata yansıtabilen, kendini tanıyan, dolayısıyla en başında kendine yabancılaşmayan samimi bir insan nasıl mutsuz olabilir ki.
Sanat da tam olarak bu değil midir? İnsanın kendi kendini üretmesi… Eskiler boşu boşuna üretme sanatına “kralların sanatı” dememişler. Üretmek sanatı aslında ruhun bir etkinliğidir. Bazen mekanik bir yeteneğin yaratıcılıkla yoğrulup ortaya sıradışı bir eser olarak dökülmesidir. Yaşama karşı tek yanıttır belki de…
Üretmek isteyince, insanın içinde bir anda bir tutku fışkırır. O tutkunun yerini o an hiçbir şey alamaz. Maddeden bile geçip manayı göstermenin yolunu arar. Öğrenmenin hazzına varıldı mı bir kere, artık tüm zorluklara rağmen iflah olunmaz.
İşte tam bu noktada size, içinde tüm bu özellikleri barındıran, üretme sanatını en başından en sonuna kadar, tüm zorluklarına rağmen, tüm etik duygularıyla yaşatan, gerektiği yerde serçe, gerektiği yerde kartal yürekli olabilen bir üretim sanatçısından söz etmek istiyorum: Emel Duman…
Emel Hanım, Hatay’lı bir ipek ipliği üreticisi. Kendi imalathanesinde ipek böceklerini besliyor. Kozalarından iplik üretiyor ve ve o iplikleri kendi tezgahlarında dokuyup nihai ürün haline getiriyor. İpek ipliği üreticiliğini ülkemizde farklı şehirlerde yapan bir çok üretici var elbette. Fakat Emel Hanım’ın birçok yönden diğerlerinden farkı var.
Bu farklara değinmeden önce küçük bir anımı paylaşmak istiyorum. Oğlum henüz 3.5 yaşındayken, görmesi açısından Hereke’de ipek ipliğinden halı üreten bir imalathaneye götürmüştüm. Oraya girinceye kadar açıkçası ipeğin üretilirken ipek böceklerinin nasıl bir işlemden geçirildiklerini hiç düşünmemiş ve sorgulamamıştım. Ta ki oğluma koza hediye edilip kendisi kozanın içinde ne olduğunu sorgulayana kadar. Doğaya insanoğlu tarafından uygulanan acımasızlıklar oğlum tarafından yüzüme vurulunca (bir saate yakın ipek böcekleri için ağlamasına çözüm üretmeye çalışarak) bir daha ipekten üretilmiş hiçbir ürün almamaya karar vermiştim. Çünkü bizim bunları satın almamız, binlerce ipek böceğine yaşama hakkı vermeden onları ölüme terk etmek demekti.
Emel Hanım’ın hikayesini ilk dinlediğimde, içimde kalan bu konuya bir çözüm getirmiş olması beni yürekten etkiledi ve sizinle de paylaşmak istedim:)
Emel Hanım, Türkiye’de ipek böceklerini öldürmeden onlardan iplik üretebilen tek üretici. Dünyada da ikinci kişi olabilir. Böceklerin ismi Barış İpeği.Her sabah erkenden kalkıp onları elleriyle besliyor. Her şeyden önce doğa harikası bu hayvanları sevgiyle büyütüyor. Daha fazla ve kısa sürede ipek üretmek uğruna, onca ipek böceğinin yaşama hakkının elinden almıyor. İmalathanesine aslında yaşam döngüsü müzesi de diyebiliriz. Yaşamın anlamını ve kısalığını çok güzel özetleyen bir ortamda birçok olgunun farkına varıyorsunuz.
Emel Hanım’ın diğer üreticilerden bir farkı daha var. Hatay sarısı isimli nesli tükenmek üzere olan bir böcek ırkının soyunun devam etmesini de sağlamak…Ve ilginç olan taraf, tüm bu süreci sıfırdan başlayarak, yoktan üreterek başlamış olması. ..
(ipek böceği yumurtaları) (yumurtaların tırtıl haline gelmesi)
(böceklerin kozalarını örmesi) (kozaların iplik haline getirilmesi)
İşe öncelikle dut ağaçlarını elleriyle dikerek başlıyor. Ağaçlarını büyütürken ciddi bir su sorunu ile karşılaşıyor ama asla yılmıyor. Onca ağacı şişe şişe elleriyle su taşıyarak suluyor ve büyütüyor. Şişe şişe taşıdığı suların da önü kesiliyor bir gün. Ama o hiç yılmadan devam ediyor. Ta ki bahçesinin üst taraflarında bir su kuyusunu açana kadar. Ağaçlarını büyüttükten sonra elinde olan birkaç barış böceğini çoğaltmaya başlıyor. Yetiştirdiği dut ağaçlarının yaprakları ile onları besliyor, büyütüyor. Barış ipekleri, kozalarını örüp kelebek olup çıktıktan sonra kozalar alınıyor, iplik haline getiriliyor. İplik haline getirilen kumaşlar imalathanede kumaş haline getiriliyor. Sonrasında Emel Hanım’ın yine sihirli ellerinde boyama tezgahında farklı desenlerde boyanıyor ve nihai ürün haline getiriliyor.
Barış ipekleri ise kozadan çıkıp müthiş güzel kelebeklere dönüştükten sonra çiftleşip yumurtalarını bırakıyorlar ve sonrasında doğal yoldan hayatları son buluyor.
Emel Hanım, tüm bunları yaparken doğadan hiçbir şey sömürmüyor. Aksine doğayla çok uyum içinde yaşıyor. Onca dut ağacını ekerek bulunduğu yeri yeşillendiriyor. Dut ağacının yaprakları ile ipek böceklerini yaşatıyor. İpek böceklerinin kozaları ile ipekten kumaşlar dokuyor. Kumaşları dokurken evinde oturan birçok kadına iş imkanı sağlıyor. Evinden çıkamayacak olan kadınlara ise dokuma tezgahlarını evlerinde kurarak üretime katkıda bulunmalarını sağlıyor. Konu bununla da sınırlı değil. İpek böceklerinden arta kalmış kurumuş dut yaprakları da boşa gitmesin diye üretimhanesinde bulundurduğu ineklerine yediriyor. Kediler, tavuklar, hepsi bu yaşam döngüsü müzesinde bir arada müthiş bir uyumla yaşamaya devam ediyor.
Üretmek sanatı nedir? İnsanın iç ve dış dünyası arasında bir denge kurmasıdır. Bu yüzden de herkes sanatçıdır. Yani herkes kendini ifade edecek ve dış dünya ile karşılaşmasında değerler yaratacak dili bulmuşsa (herkesin bir yeteneği vardır) sanat yapar bir şekilde. Herkes kendi iyi, doğru ve güzelini yaratır. Bu yalnızca yağlı boya tablo veya bronz heykel değildir. Bir kravat seçiminden tutun yemek yapmaya kadar her şey sanata giden yolu başlatabilir. Kimi güzel konuşur, kimi espri yapar, kimi iyi giyinir . Bunlar yoğun yaşama dönüşürse sanat ortaya çıkar. Herkes çay içer ama Japonlar için çay içmek bir sanattır. İşte böyle bir şeydir sanat. Yeter ki insan o yaşamın içinde kendini kaybetsin, ruhu o işe geçsin. Emel Hanım da benim için bu örneklerin en güzellerinden biridir.
Aslında ne kadar anlamlı ve toplumu ne kadar ileriye götürecek bu döngüyü içimizden bazıları hiç önemsemezken, üstelik köstek olmaya çalışırken, içimizden bazı kişiler, Emel Hanım gibi, nasıl da içten içe eritiyorlar. Elde kalan bu sayılı kişiler çırpınıp duruyorken, seslerini yeterince çıkaramıyorlar. Çünkü gerçek sanat, parmakla kendini göstermek için yaratılmaz. İçten ve samimiyetle gelen bir eylemdir.
Ya biz toplum olarak ne yapıyoruz? Verdiğimiz kararların da yaptığımız seçimlerin de tamamını bize sunulan seçenekler arasından seçiyoruz. Üstelik herhangi bir seçim yapmadan önce de manupüle edilmiş oluyoruz. Giderek üretmekten vazgeçiyoruz. Sonra da her şeyin boş olduğu hissine kapılıp, o atalet halinden bir türlü çıkamıyoruz. Sonuç olarak üretemiyoruz. Üretmek derken sadece somut olgulardan söz etmiyorum elbette. Sevgiden, aşktan da söz ediyorum. İnsanı, doğayı aşkla, özgürce sevebilen, sevdiğine yabancılaşmayan kimse mutsuz kalamaz. Çünkü bu içgüdüsel bir eylemdir.
Bu yazımda, size bu içgüdüsel eylemi iliklerine kadar yaşayan ve yaşatan birinden söz ettim. Umarım içindeki doğaya olan sevgisi, zorluklara karşı olan azmi ve başaracağına olan inancı hepimize ilham olur.
Kendisini www.defneapollon.com isimli webnsayfasından ve @defne_apollon_ipekcilik instagram sayfasından takip edebilirsiniz.
Hayatımızda üretmenin hep var olması dileğiyle,
Sevgiler…
Feryal Bayram