Yazar: Ecem KÖSEOĞLU

Müzik Yasağı Kalıcı Hale mi Getirildi?

Müzik Yasağı Kalıcı Hale mi Getirildi?

 “Müzik ruhun gıdasıdır.” Sözünü eminim hepiniz duymuşsunuzdur. Bu sözün, bu kadar klasik hale gelmesinin de elbette bir sebebi var. Antik Çağlardan beri, müzik çeşitli hastalıkların tedavisi amacıyla kullanılmıştır. Vücudumuzda, endorfin hormonunun salgılanmasını sağlar ayrıca çeşitli nörolojik hastalıkların tedavisi için de müzikten yararlanılmaktadır. Müzik, evrenseldir ve dünyadaki tek ortak dildir.[1]  

Böylesine koşturmacalı, stresli bir yaşamın içinde, sakinleşmek ve ruhumuzu da dinlendirebilmek için çoğumuz müziğe başvururuz. Hatta kimimizin, kendini ifade etme aracıdır müzik. İçinde aşk, sevgi, şefkat, masumiyet, nefret, kıskançlık gibi binlerce duygu vardır. Bu duyguların her birini içinde bir yerlerde barındıran insan da, kendini müzikte bulur.

Konfüçyüs’ün çok güzel bir sözü vardır: “Hayat ızdırap ve keder verirse, sükuneti müzikte arayınız.” Türkiye’de 11 Mart 2020 tarihinde başlayan koronavirüs süreci, ızdırap ve keder dolu 2 yıl yaşattı bizlere. Hala daha tam olarak bitmedi fakat bizler, sükuneti müzikte bulamadık, çünkü yasaktı. Koronavirüs öne sürülerek müziğe ilk darbe, 30 Mayıs 2020 tarihinde atıldı. 8556 sayılı genelge[2] ile kademeli olarak normalleşmeye geçilmişti fakat canlı müzik, kesinlikle yasaktı. 21 Aralık 2020 tarihine geldiğimizde ise, 21153 sayılı bir başka genelge[3] daha yayımlandı. Kış mevsiminin gelmesi ile, kapalı alanlarda koronavirüs salgının daha kolay yayılabileceği gerekçe gösterilerek, yılbaşında otel ve konaklama tesislerinde eğlence düzenlenmesi, disk jokey performansı dahil herhangi bir müzik çalınması yasaklandı.

Şimdi takvimleri biraz ileri saralım. Tarih, 22 Haziran 2021 ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kabine toplantısının ardından “Müzikle ilgili sınırlamayı daha ileri bir saat olan 24.00’e çekiyoruz. Kusura bakmasınlar, gece gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yoktur.” açıklamasında bulunarak, müzisyenlerin 21 Haziran Dünya Müzik Gününü, nahoş bir şekilde kutlamış oldu. 1 Temmuz 2021 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan müzik yasağı, günümüzde hala devam etmektedir. Bu durum oldukça şaşırtıcıdır çünkü Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Mart 2022’de, salgının etkisini yitirdiğini açıkladı. Artık HES Kodu sorgulaması kalktı. Kapalı alanlarda dahi maske zorunluluğu bulunmamaktadır. Okullarda karantina uygulaması bitti. Hatta önümüzdeki haftalarda, toplu taşımalarda da maske zorunluluğunun kalkacağı konuşuluyor. Tüm bu gelişmelere rağmen gece 12 müzik yasağının devam ediyor olması akıllara bu yasağın pandemi ile ilgisinin olup olmadığı sorusunu getiriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da açıklamasında gördüğümüz üzere; olay “gece gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkının olmaması” ile ilgili. Yani pandemi ile bir ilgisi yok. Ayrıca müziğin “rahatsızlık veriyor olması” da oldukça öznel bir durum. Peki koca bir toplumun, saat kaça kadar eğleneceğine Cumhurbaşkanı’nın karar vermesi normal bir durum mu? Tüm gözler Bilim Kurulu’ndan gelecek açıklamayı beklerken, 7 Ocak 2022’de konu ile ilgili yeni bir gelişme yaşandı.  Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği’nde[1] yapılan değişiklik ile eğlence faaliyetleri ile ilgili 2 senedir devam eden yasakların, kalıcı hale getirildiği söylendi. İlgili yönetmeliği inceleyip, bir tablo haline getiren[2] Avukat Ali Gül, şunları söylüyor: “ Bundan sonra konut bulunan yani çok hassas kullanım alanı olan yerlerde açık ve yarı açık alanlarda canlı müzik gece de yasak gündüz de yasak komple yasak. Sadece kapalı alanlarda canlı müzik olabilecek. Bu kapalı alanlarda da ölçüm yapılacak. Bir yılda 3 kere ölçüm değerlerini aşarsa, mekan kapatılacak. Bitti mi bitmedi. Konut gibi çok hassas kullanım alanlarının yanında, bitişiğinde, altında, üstünde, konser, festival, gösteri, etkinlik açık hava faaliyeti yasak. Çok hassas olmayan, “hassas” kullanım alanlarında, yani dini kurumların, eğitim kurumlarının yakınlarındaki açık ve yarı açık eğlence yerlerinde canlı müzik gece 12’den sonra yasak. Konser, etkinlik, festival gibi açık hava etkinlikleri gece 12’den sonra yasak. “Az hassas” kullanım alanları, yani ticaret binaları, oyun alanları, spor tesisleri, çocuk bahçeleri gibi yerlerde gece 12’den sonra canlı müzik serbest ama konser, etkinlik, festival ve benzeri açık hava faaliyeti yasak. Yani canlı müzik yapacaksanız kendi kendinize yapın.”


Özgürlük, birey için de toplumların refahı için de çok önemli bir kavramdır. Özgürlüklerinin yavaş yavaş ellerinden alınmasına ses çıkarmayanlar, bunu fark etmeyenler, bir gün kendilerini zincirlenmiş olarak bulabilirler. İran İslam Devrimi konu alan ve İran halkının özgürlüklerinin ellerinden alınmasını işleyen “Persepolis” isimli animasyon filmi izlemenizi öneririm.

Son olarak sevdiğim bir şarkı bırakıyorum…

                                                             KAYNAKÇA

https://marmaralife.com/2015/08/08/muzigin-insan-uzerindeki-etkisi/

https://www.ito.org.tr/documents/Duyurular/2020_dokumanlar/30_05_2020-tarih-ve-8556-sayili-genelgenin-uygulanmasina-liskin-aciklamalar.pdf

https://tursab.org.tr/apps//Files/Content/10a2f6c0-2018-4ac7-95a6-8d378291f263.pdf

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/01/20220107-8.htm

https://twitter.com/avaligul/status/1480183874554576897?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1480183874554576897%7Ctwgr%5E%7Ctwcon%5Es1_&ref_url=https%3A%2F%2Fwww.amerikaninsesi.com%2Fa%2Fturkieyde-virus-serbest-muzik-yasak-tartsimasi%2F6483112.html

https://evrimagaci.org/muzik-beynimizde-nasil-etkiler-yaratir

https://marmaralife.com/2015/08/08/muzigin-insan-uzerindeki-etkisi/

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/801765

https://www.amerikaninsesi.com/a/turkieyde-virus-serbest-muzik-yasak-tartsimasi/6483112.html

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/801765

https://www.ito.org.tr/documents/Duyurular/2020_dokumanlar/30_05_2020-tarih-ve-8556-sayili-genelgenin-uygulanmasina-liskin-aciklamalar.pdf

https://tursab.org.tr/apps//Files/Content/10a2f6c0-2018-4ac7-95a6-8d378291f263.pdf

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/01/20220107-8.htm

https://twitter.com/avaligul/status/1480183874554576897?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1480183874554576897%7Ctwgr%5E%7Ctwcon%5Es1_&ref_url=https%3A%2F%2Fwww.amerikaninsesi.com%2Fa%2Fturkieyde-virus-serbest-muzik-yasak-tartsimasi%2F6483112.html

Etiketler: , ,

MAĞARA METAFORU

MAĞARA METAFORU

Yunan Filozof Platon, “Devlet” isimli kitabında bir mağara metaforundan bahseder. Bu metafora göre; bir grup insan, karanlık bir mağaraya zincirlenmiştir. Bu insanlar çocukluklarından beri bu mağarada başlarını sağa sola çeviremeden sadece karşılarındaki duvara bakabilmektedirler. Haliyle görebildikleri tek gerçeklik mağaranın o duvarıdır. Bu duvara da, arkadaki ateşten ve ateşin önünde, alçak bir duvarın arkasındaki insanların tuttuğu şekli bozuk çeşitli objelerin gölgeleri yansımaktadır. Mağaraya zincirlenmiş insanların da hayatları boyunca gördükleri ve duydukları tek şey o objelerin gölgesi ve onları tutan insanların çıkardığı seslerdir. Bu sebeple bütün gerçeklikleri, dünya ile alakalı tüm bilgileri o bir avuç objenin gölgesinden ibarettir. “Bu adamların gözünde gerçek, yapma nesnelerin gölgelerinden başka bir şey olamaz ister istemez, değil mi?” Bir gün, bu insanlardan biri zincirlerinden bir şekilde kurtulur ve türlü çabalar, zorluklar neticesinde yeryüzüne çıkar. Çok uzunca bir süre, kendi gördüğü gölgeleri gerçek, yeryüzündeki gerçekleri sahte zanneder. Hatta gözleri güneşten dolayı öylesine kamaşır ki, hiçbir nesneyi göremez hale gelir. Bu gerçeklik evrenine alışıncaya kadar sadece nesnelerin gölgesine bakabilir. Güneşe bakabilecek boyuta geldiğinde ise fark eder ki; Bütün görülen dünyayı güneş düzenler. Kendisinin ve arkadaşlarının mağara duvarında gördükleri sadece gerçeğin bir yanılsamasından ibarettir.

Aslında bu metaforda, zincirlerini kırıp yeryüzüne çıkan insanın, Platon’un “İdealar Evrenine” gittiğini anlayabiliriz. Yeryüzü olarak kastedilen şey İdealar Evreni’dir. Bu evren soyut, kanıtlanamayan bir evrendir ve bireyin özüne inmesi koşuluyla bu evren kavranabilir. Platon’a göre şuan içinde var olduğumuz dünya, İdealar Evreni’nin kötü bir kopyasından, yaşamın güneşten yansıyan bir gölgesinden ibarettir ve bizler aslında mağarada bulunan, tek gerçeğin kendi içinde yaşadığı dünya olduğunu zanneden ama aslında ömür boyu sadece bir gölgenin yansıdığı düz bir duvara bakabilen esirlerizdir.

Bizi, başımızı oynatmaktan bile aciz bırakan zincirler ise, toplumsal normlardır. Zincirlerimizi kırmak bu yüzden göründüğü kadar kolay olmaz. Bu gerçekleştiğinde de süreç sancılı işler. Her birey, bebeklik döneminden yaşlılık dönemine kadar belirli toplumsal kalıpların içine doğar, orda yaşar, büyür ve ölür. Bu zinciri kıran kişi, Platon’un Devleti’nde, devleti yönetecek olan kişi, yani filozoftur. Çünkü Platon’a göre, insanlığın mutluluğu için ya filozoflar devlet başkanı olmalı ya da devletin başındaki kişi felsefe öğrenmelidir.

Filozof, zincirini kırıp yeryüzüne çıktıktan sonra, yani İdealar Evrenine ulaştıktan sonra, eskiden yaşadığı gibi yaşamak istemez. “Onun yerine Homeros’taki Akhilleus gibi, fakir bir çiftçinin hizmetinde uşak olmayı,” yeğler. Fakat İdealar Evrenini görmüş filozof, artık son noktaya ulaşmıştır. O yüzden mağaraya geri dönmeli ve karanlıkta kalan herkesin zincirlerini kırıp, aydınlığa çıkarmalı. Ancak bu görev, hem mağaradakiler için hem de gerçek ışığı görmüş filozof için zor bir görevdir. Ömrü karanlıklar içinde geçmiş, gerçek algısı bir yanılsamadan ibaret olan kişinin, toplumsal normlarını yani zincirlerini kırıp filozofun dediğine inanması güçtür.

İşte tam da bu sebeple mağaradaki topluluk, gerçeği görmüş olan filozofumuzu deli yerine koyacak, onu ciddiye almayacaklardır. Filozofun söyledikleri, onlar için çok uçuk şeylerdir. Hayatları boyunca kafalarını bile oynatamamış bu insanlar, aslında cahilliği temsil etmektedir. Bu insanlar için bir filozofu deli yerine koymak, çok daha kolay olacaktır. Çünkü cahillik mutluluktur. Asıl gerçekliği görmek, onu kabul etmek, onun için çaba sarf etmek cesaret ister.

Umarım bir gün hepimiz bizi zincirlemiş toplumsal normlarımızı kırıp, o karanlığın içinden çıkma cesareti gösterebiliriz. Görünenin ardındaki görünmeyeni, gözün gördüğünü değil, ruhun bildiği asıl gerçekliği sorgularız.

Platon, “Devlet” İş Bankası Yayınları

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/273487

Ecem KÖSEOĞLU

Etiketler: , , ,

GAZETECİLİĞİN TEMEL İLKELERİ VE GAZETECİLİK KURAMLARI ÇERÇEVESİNDE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ 

GAZETECİLİĞİN TEMEL İLKELERİ VE GAZETECİLİK KURAMLARI ÇERÇEVESİNDE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ  

“Gazetesiz bir hükümetimiz mi, yoksa hükümetsiz gazetelerimiz mi olsun sorusuna cevap vermek bana düşse,

bir an tereddüt etmeden ikinciyi seçerdim.”[1]

                                                     Thomas Jefferson, 1787

Bilgilenme güdüsü insanda çok temel bir güdüdür. Gazetecilik mesleği de insanın bu temel güdüsünü karşılar. Çünkü birey, yaşantısını sürdürebilmek, bağ kurabilmek için habere gereksinim duyar. Mesleğimizin en temel amacı, bilgiye gereksinim duyan yurttaşlara, özgür olabilmeleri ve kendi kendilerini yönetebilmeleri için ihtiyaç duydukları bilgiyi sunmaktır.[1]

 “Gazetecilik, toplumların gereksinim duyduğu haberleri üretmek için yarattığı bir sistemdir”[2] denilebilir. Çünkü gazeteci olarak nitelendirdiğimiz kimseler, bir toplumun kahramanını da kötü insanını da anlamamıza yardım eden kişilerdir. Özgür oldukları müddetçe… Fransız gazeteci Stéphanne Lauzanne, gazetecinin tarifini şöyle yapmaktadır: “Gazeteci bir nevi Diyojen’dir. Elinde feneri, hayattan gelip geçer ve her yerde daima hakikati arar.”[3] Günümüz gazetecileri ve geleceğin gazetecileri olarak, kendimize şunu sormalıyız:

Bizler, elimizde fenerle karanlıkları aydınlatabiliyor muyuz veya aydınlatabilecek miyiz yoksa zaten cepleri yeterince şişkin olan medya patronlarının tekelinde, siyasal erk’in devamı için kamuyu yanlı bilgilendirmeye devam mı edeceğiz?

Gazetecilik mesleğinin temel ilkeleri olan doğruluk, bağımsızlık, tarafsızlık, insanilik ve hesap verebilirlik ilkelerinden özellikle bağımsızlık ilkesini, yine günümüzde yaygın olarak kullanılan Liberal Kuram üzerinden ele alıp, değerlendireceğim. Gazeteciliğin ilk etapta 4 temel sınıflandırmaya tabi tutulduğunu biliyoruz. Biz bu 4 kuramı birbirinden farklı 4 ayrı kuram olarak bilsek de, temelde iki karşıt teori ve bunların varyasyonları yer almakta. Sosyalist Kuram, aslında Otoriter Kuram’ın bir başka versiyonunu yansıtırken, Toplumsal Sorumluluk Kuramı da, Liberal Kuram’ın bir devamı niteliğindedir.[1] Liberal Kuram, kendinden önceki diğer iki kuramdan, denetleme açısından ayrılmaktadır. Otoriter ve Sosyalist Kuramda siyasal erk basını denetlerken, bu kuramda altı çizilen en önemli unsur, basının siyasal erk’i denetlemesi. Ancak bu görevini, bağımsız olduğunda ve sansür uygulanmadığında gerçekleştirebilir.[2] Çünkü hem bu kurama göre, hem de gazeteciliğin temel ilkelerine göre, bir gazetecinin sadakatle bağlı olması gereken en üst kurum halktır ve basın da olabildiğince özgür bir biçimde kamuya hizmet edebilmelidir. Bu özgürlük de hükümet sansüründen ve aşırı denetimden kaçınıldığı sürece gerçekleşebilir.[3] Bir gazeteci için hava kadar su kadar önemli olan tek şey özgür bir biçimde, haberlerini sansüre uğramadan yazabilmesidir. Ve özgür yaşamak isteyen her bireyin de en temel hakkı doğru haberdir.[4]

Fakat bugünün gazeteciliğine baktığımızda, Türkiye’de iletişim özgürlüğünün önünde bazı kısıtlamalar görmekteyiz. “Bugün 150’yi aşkın yasada basınla ilgili 800 dolayında hüküm yer almaktadır. Bunların bir bölümü düzenleyici-yönetsel işlerle ilgili ise de çoğu sınırlayıcı, iletişim özgürlüğünü kısıtlayıcı hükümlerdir.”[1]  Hükümetlerin, basına bu kadar fazla sansür girişiminde bulunmasının sebebinin, basının kamu düzenini bozacak şekilde yayınlar yapma endişesi olduğu söylenmekte.

Bu söylem de başka bir tartışmayı doğuruyor. Kamu düzeni olarak nitelendirdiğimiz başlığın içerisine neler girmekte? Gazetecilere verilen cezalar gerçekten kamu düzenini bozdukları için mi yoksa siyasal erk’i eleştirdikleri için mi veriliyor? Eğer ikinci şıksa, o zaman ne Liberal Kuram çerçevesi içinde yer alıyoruz ne de gazeteciliğin temel kurucu ilkelerini sağlayabiliyoruz. Çünkü Liberal Kuram’da siyasal makam ve siyasi partileri eleştiri, bir suç unsuru sayılmaz.

   Liberal Kuramda, bütün görüşlere özellikle yer verilir ve bu yolla toplumdaki bireylerin gerçeğe ulaşacağına inanılır. Fakat günümüz medya sektöründe hızlanan tekelleşmeyle beraber, küçük bir gazetenin devamı için bile, ilan ve satış gelirleri dışında çok daha büyük rakamlara ihtiyaç doğar. Devamlılık için, başka mali kaynaklara yönelen medya, ihtiyacı olan kaynağı bazen siyasal iktidarın teşviki sayesinde bulabilir.

Gazetenin devamı için gerekli olan mali gücü sağlayan iktidar, bunun ödemesini, kendi fikir ve politikacılarının desteklenmesi yoluyla sağlar.[2] Bu gibi bir tekelleşme, basın özgürlüğünü ve ifade çeşitliliğini sınırlar. Giderek büyüyen bir yandaş medya ağına sahip olan hükümet, bir nevi vatandaşın düşünce çeşitliliğini sınırlar çünkü gün geçtikçe birbirine benzeyen medya kuruluşları içinde farklı bir ses duymak, imkansızlaşmıştır. Bu gibi medya kuruluşlarında, muhabirlerin getirdiği haberler,

yazı işleri müdürü veya çeşitli editörler tarafından incelenir, siyasi tarafları, hükümeti rahatsız etmeyecek şekilde törpülenir ve habere yeni bir “gerçeklik” katıldıktan sonra yayımlanır.[1] “Haber = özgürlük = demokrasi”[2] denklemi bozulur ve değiştirilemez bir hak olan basın özgürlüğü, bu yolla değiştirilmiş sayılır. İşte tam da bu noktada, Liberal Kuram’ın ‘bütün görüşlere yer verildiği’ ile ilgili maddesi geçerliliğini yitirir.

   “Özgürlüğü bastırmak isteyen toplumlar, ilk olarak basını sustururlar.” Türkiye’de basına yapılan ilk sansür, Mahmut Nedim Paşa tarafından, 10 Mayıs 1876‘da çıkarılan kararnameyle gerçekleşti.[3] Daha sonraları İstibdat Dönemi’nde Abdülhamit’in otuz yıllık diktatörlüğü süresince, basın sansür açısından en karanlık çağını yaşadı. Sansür dediğimiz terim, haber dolaşımının yasaklanması veya kısıtlanması olarak adlandırılabilir.

Despotik bir siyasal erk için basına sansür, kendi sarsılmaz gücünün en büyük göstergesidir. Özgür bir ülke demek, bu tarz diktatörlük gösterilerinin olmadığı bir ülke anlamına gelmektedir.[4] İstibdat Dönemine baktığımızda, “grev, suikast, Namık Kemal Bey, anarşi, sosyalizm, hürriyet, müsavat (eşitlik), Büyük burun (Abdülhamit’in burnu büyük olduğu için)”, gibi kelimeler yasaklı kelimelerdi. Gazetecilerin bu gibi kelimeleri kullanması durumunda ilgili gazetenin yayın yapması yasaklanıyor ve gazeteler toplatılıyordu.[5]


   Artık kitap ve gazeteler toplatılmasa da, Bianet’in 2021 verilerine göre Türkiye’de 241 gazeteci yargılandı, 73 gazeteci gözaltına alındı. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Türkiye, 2021 yılında 180 ülke içinde 153. sırada yer alıyor.

Bu verilere baktığımızda, bastırılmaya çalışılan bir basın ve eleştiriye katlanamayan bir hükümet görüyoruz. Bu şekilde bir ortamda basın özgürlüğü, bağımsızlık, tarafsızlık ve Liberal Kuram’dan söz edilemez.

Maalesef öyle bir noktadayız ki, gazeteciler artık yazılarına, programlarına otosansür uyguluyorlar. Bu şekilde sansürcü bir iktidar ve kendilerine otosansür uygulamak zorunda hissettirilen gazetecilerin olduğu bir yerde, medyadan gelen haberlerin, gazeteciliğin temel ilkelerini ne kadar göz önünde bulundurduğu da tartışılır. Temel ilkeleri yerine getirebilmemiz için ilk şart, bağımsız gazeteciliktir.

Basın Özgürlüğü, yasalarla korunan temel bir hak iken, ülkemizde özgür basın susturuluyor. Böylesi bir ortamda etik değerlerden, basın ilkelerinden söz edebilmek için önce özgür olmamız gerek çünkü özgürlük, bizler için hava kadar, su kadar önemli.

                                                         KAYNAKÇA

[1] John Keane, “Medya ve Demokrasi”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul: 2015 s.19

[1]  http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/gazetecilik_ue/arastirmacigazetecilik.pdf s.7

[2]  https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2958 s.132

[3] Atilla Girgin, “Gazeteciliğin Temel İlkeleri”, Derin Yayınları, İstanbul: 2014. s.153

https://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/gazetecilik_ue/arastirmacigazetecilik.pdf

https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/33944/oguzhan_tas_doktora_tezi.pdf?sequence=1&isAllowed=y

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2958

https://ilefarsiv.com/etik/medya-etiginin-tarihsel-temelleri-ve-gelisimi/

[1]https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/33944/oguzhan_tas_doktora_tezi.pdf?sequence=1&isAllowed=y  s.98

[2] Ömer Özer,  “Liberal Basın”,  Literatürk Yayınları, İkinci Baskı, Eylül 2010. s. 42

[3]  http://ilefarsiv.com/etik/medya-etiginin-tarihsel-temelleri-ve-gelisimi/  

[4]  Girgin, a.g.e. , s.153           

[1]  Girgin, a.g.e. , s.206

[2]  Girgin, a.g.e. , s.57

[1]  Andrew Belsey&Ruth Chadwick “Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar” , Ayrıntı Yayınları, 1998. s.66

[2]  Ignacıo Ramonet, “Medyanın Zorbalığı”, Om Yayınevi, İstanbul: Temmuz 2000 s.55

[3]  https://indigodergisi.com/2017/05/turk-basini-ilk-sansur/

[4]  Ramonet, a.g.e. s.32

[5] Hıfzı Topuz, “Türk Basın Tarihi” , Remzi Kitabevi, 2003. s.56

Andrew Belsey&Ruth Chadwick “Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar” , Ayrıntı Yayınları, 1998.

Bill Kovach&Tom Rosenstiel “Gazeteciliğin Esasları”, ODTU Yayıncılık, Ocak 2007.

Atilla Girgin, “Gazeteciliğin Temel İlkeleri”, Derin Yayınları, İstanbul: 2014.

Ömer Özer, “Liberal Basın”, Literatürk Yayınları, İkinci Baskı, Eylül 2010.

Ignacıo Ramonet, “Medyanın Zorbalığı”, Om Yayınevi, İstanbul: Temmuz 2000

John Keane, “Medya ve Demokrasi”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul: 2015

Hıfzı Topuz, “Türk Basın Tarihi” , Remzi Kitabevi, 2003.

https://indigodergisi.com/2017/05/turk-basini-ilk-sansur/

Ecem KÖSEOĞLU

Etiketler: , ,