FRANZ KAFKA’NIN DAVA ESERİ VE GÜNÜMÜZ ŞARTLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
FRANZ KAFKA DAVA ESERİ VE GÜNÜMÜZ ŞARTLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Franz Kafka’nın “Dava” adlı eseri adalet ve adil yargılanma gibi kavramları sorgulatan bir kitap. Lise de okumuş isem de o zaman kitabın içeriğini tam olarak anlamamıştım. Üniversite yıllarımda ise Vergi Hukuku dersimizi aldığımız Prof. Dr. Nihal SABAN hocamızın herkesin okumasını istediği ve sınavda bu kitaptan soru sorduğu kitabı üniversitede bütün sınıf tekrardan okumuştuk. Hukuk fakültesinde yapılabilecek en güzel etkinliklerden birini de çok sevgili Nihal Hocam sayesinde yapmış ve bütün sınıf amfide Franz KAFKA’nın dava adlı eserinin konu alındığı 1962 yapım filmi izlemiştik. Kitap 1962 yılında Orson Welles yönetmenliğinde başrollerini Anthony Perkins’in oynadığı Dava ismiyle sinemaya aktarılmıştır. İzlemenizi tavsiye ederim.
Filmde ve kitapta en çok etkilendiğim kısım Joseph K.’nın iş istemeye gitmiş olduğu papazın bahsettiği bekçi hikayesi olmuştur. Bu bekçinin hikayesinde taşradan gelip kanun kapısından geçmek isteyen bir adam, kapı bekçisinin kendisini yıldırma çabalarına karşılık, uzun süren bekleyişi esnasında kapıdan içeri bir göz atmak ister ve şu yanıtı alır: “Madem bu kadar istiyorsun, olmaz dememe aldırma, bir dene bakalım. Ancak unutma ki, ben güçlü bir kapıcıyım ve kapıcıların da yalnızca en küçüğüyüm. Ama her salon başında bir başka kapıcı vardır, biri de ötekinden güçlüdür. Daha üçüncüsünü görmeye ben bile dayanamam.”
Peki kanun kapısını aralamak bu kadar zor muydu? Adaleti aramakla bulabiliyor muyduk?
Franz Kafka’nın en önemli eserlerinden olan dava ölümünden iki sene sonra yakın arkadaşı Max Brod tarafından toparlanıp 1925 yılında yayınlanmıştır.
Kitabın ana karakteri Joseph K. Bankada çalışan ve sıradan yaşamı olan bir kişi olarak anlatılmıştır. Ana karakterimiz bir sabah sebebini bilmediği bir şekilde tutuklanır ve bütün sorularına rağmen ne ile suçlandığını ve neye dayanılarak tutuklandığını bilmemektedir.
Kitabın ilk bölümlerinde Joseph K.’nın başında nöbet tutan görevlilerden söz edilir. Franz ve Williem isimli nöbetçiler dahi Joseph K.’nın suçunu bilmemektedir. Kendilerine verilen emri sorgusuz sualsiz yerine getirmektedirler. Kitapta nöbetçiler durumu şu şekilde ifade etmektedir: “Bizim çalıştığımız makamlar ve ben sadece en alt kademeyi tanırız, halkın arasında suç aramaz, tam tersine yasada olduğu gibi suç onu kendine çeker ve biz nöbetçileri gönderir.” Nöbetçiler kendilerine dayanaksız güç verilen bir kesimin karşısındaki insana neler yapabileceğinin ve sistemin içinde verilen orantısız güç ile nasıl kendilerini kaybedebileceklerinin en çarpıcı örneğidir.
Kitaptaki nöbetçileri günümüz bekçileri ile benzetebiliyorum. Bazen kendi yetkisi ve görevi tanımında olmayan bir konuda dahi vatandaşa işlem yapmaya çalıştıklarını görüyorum. Belki de kanunen kendilerine verilen yetkinin tam olarak sınırlarını bilmemelerinden kaynaklanıyor. Hepsini aynı kefeye koymam mümkün değil tabi ki ama 1925 yılındaki kadar olmasa da günümüzde de benzer olaylar yaşanabiliyor maalesef.
Ben kanun kapısının aralanması hikayesini bir yönü ile hak arama hürriyetini engelleyen yüksek harçlar ile bağdaştırabiliyorum. Ekonomik gücü olmayan bir vatandaş alacağı ile ilgili veya bir uyuşmazlığı ile ilgili dava açmak istediğinde adli yardım talebi kabul edilmez ise ilgili harcı ödemek zorundadır. Avukat olarak müvekkillerimiz adına yapmış olduğumuz birçok adli yardım talebinin reddedildiğine şahit olmuşuzdur. Adli yardım bürosundan vekil tayin edilmiş olduğum bir boşanma davasında 17 kardeşli bir kadın müvekkilim adına adli yardım talebinde bulunmuştuk. Müvekkil ailesinin zoru ile evlendirilmiş, bir süre sığınma evinde kalmış, çalışmayan biriydi. Ve adli yardım talebimiz babadan kalan hisseli bir tarla konu edilerek reddedilmişti.. Neyse ki itirazımız ile hukuka aykırı bu karar kaldırılmış ve sonrasında adli yardım talebimizi kabul ettirebilmiştik. Olayımızda sadece üzerinde hisseli bir tarlanın malvarlığında aktif olarak gözükmesi nedeni ile adli yardım talebi reddedilen bir vatandaştan bahsettik. Fakat benim görüşüm bu kişi çalışıyor olsaydı ve üzerine kayıtlı bir araç veya ev olsaydı dahi adli yardım talebinden yararlanabilmesi gerektiğidir. Ülkemiz ekonomik şartlarına bakıldığında asgari ücretle çalışan bir kişi kira ödemese dahi almış olduğu ücretle ayını zor geçirmektedir. Aracı olmasa toplu taşıma ücretlerini, aracı olsa akaryakıt ücretlerini karşılayamaz duruma gelmiştir. Dolayısı ile bir kişinin bir evi ya da arabası olması lüks olarak değerlendirilmemeli ve bu gerekçe ile adli yardım talebi reddedilmemelidir. Detaylı olarak kişinin malvarlığı ile geçim koşulları incelenerek karar verilmelidir.
Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesine göre; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”. Bu kapsamda iddia ve savunma hakkı, hak arama özgürlüğünün temelini oluşturur. Hak arama özgürlüğü bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren engeller ve sınırlamalar kaldırılmalıdır. Bu nedenle yargı yolunda karşılaştığımız yüksek harçların makule indirilmesi ve/veya kaldırılması gerekmektedir. Hukuki yollara başvurmak isteyen birçok vatandaş harç ve masraflar nedeni ile hakkını arayamamaktadır.
Bu yönü ile sanki 1925 yılından bu yana çok değişmemiş gibi. Yani kanun kapısından geçmek kolay değil. Kanun kapsını aralayabilmek için önce yine kanunun koyduğu (harçlar kanunu vs.) sınırları, engelleri aşmamız lazım.
Yine kitaba dönecek olursak, kitaptaki ana karakterimiz Joseph K. Bir süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılmıştır. Fakat serbest bırakılsa da etrafındaki herkes, sokaktaki herkes Joseph’in tutuklandığını bilir ve ona suçlu gözü ile bakarlar. Bu durumda aslında masumiyet karinesine, kişinin lekelenmeme hakkına nasıl saldırıldığını göstermektedir.
Masumiyet karinesi, suçsuzluk ilkesi veya uluslararası hukuk terimi presumtion of innocence; suç kesinleşmediği sürece kimsenin hükümlü olarak değerlendirilemeyeceğini, hüküm giymemiş kimsenin suçlu sayılamayacağını içerir. Evrensel hukuk kuralları gereği bir kişinin masum olduğunu ispatlamasına gerek yoktur, kişinin suçluluğunun kanıtlanmamış olması yeterlidir. Joseph K. Serbest bırakılmış ve hakkında henüz hüküm verilmemiş ise de herkes tarafından suçlu olarak görülmüş, gerek yargılandığı sistem gerekse çevresi tarafından masumiyet karinesi ihlal edilmiştir. Günümüzde de bir kişinin cezaevi kapısından girmiş olması toplum içinde dışlanmasına, suçlu olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. Bu nedenle bu noktada şüpheden sanık yararlanır ilkesi göz ardı edilmemelidir. Bir soruşturma dosyasında her türlü şüpheden ari somut delil yokken, ya da tutuklulukla elde edilecek fayda adli kontrol ile elde edilebilecekken ölçüsüz olarak verilen şüphelinin tutuklu yargılanması yönündeki kararlar kişinin hayatını ciddi derecede olumsuz etkilemektedir. İşinden, sosyal çevresinden uzaklaşan ve günün sonunda beraat alan kişi, beraat alsa dahi tutukluluk öncesi hayatına dönememekte, değişen teknoloji ve yaşam şartlarına uyum sağlayamamaktadır. Unulmamalıdır ki, GEÇ GELEN ADALET ADALET DEĞİLDİR!!!
Kısaca kitap ile günümüz koşullarını değerlendirmeye çalıştım. Umarım keyif almışsınızdır. Umarım adalet terazisi ne size ne de başkasına karşı dengesini kaybettiğinde sessiz kalmazsınız.
Av. Buket ATILKAN
Etiketler: buketatılkan, edebiyat, franzkafka, hukukvesanat